ROMANYA TÜRKLERİ |
||||||||
SİNAN UYĞUR turkiyat@mynet.com |
||||||||
ana sayfa | tarihleri | dilleri | edebiyatları | gelenekleri | iz bırakanlar | tarihî yerleri | yerleşim yerleri | bağlantılar |
2005 Haziranında Mecidiye'de yapılan Tatar güreşlerinden
ROMANYA’DA
YAŞAYAN TÜRK VE TATARLAR
HAKKINDA KISA BİLGİLER Çeşit
türlü diyarlardan zaman zaman büyük kafileler halinde göçerek Dobruca’ya
yerleşmiş olan Türk aşiretleri (Türkler ilk kez 1262 yılında
Sarı Saltuk Dede zamanında; Tatar Türkleri ise XI. yüzyılın
ikinci yarısından XIX. yüzyılın son
çeyreğine kadar) gelmişler ve kendileriyle birlikte çıktıkları
diyarların şive, örf-adet ve gelenekleriyle birlikte, kendilerine çok
zengin olan sözlü halk edebiyatı ürünlerini de getirmişlerdir. Maddî ve
manevî değerlerini içeren, yani düşünce, fikir görüşleri,
inanç, din ve adetleri kapsayan yerel Türk kültürümüz oldukça zengin ve büyük
önem taşımaktadır. Bu açıdan hareket ederek, biz, önümüzdeki
derslerimizde Romanya’da yaşayan Türk ve Tatarların kültür, düşünce
ve zihniyet özellikleri üzerinde duracağız. Kültür, düşünce,
inanç ve gelenek dedidiğimiz zaman bu iki toplumun yüzyıllar boyunca
yarattıkları kendilerine has, özgün folklor ürünleriyle birlikte,
onların gelenek, görenek içinde nasıl yaşadıklarını,
bunları ne gibi şartlarda muhafaza ettiklerini de izleyeceğiz. YÜZYILLAR BOYUNCA ROMANYA’DA YAŞAYAN TÜRK
VE TATARLARIN GELENEK, ADET VE TÖRELERİ Demek,
insanların hayatını, iç dünyasını her zaman doğa,
çevre ve din etkilemiş. İnsan-doğa-din ilişkileri ve deneme
neticesinde doğan türlü gelenekler var olmuş. Bu nedenle, eski
gelenekler ve adetler, alimler tarafından birkaç bölüme ayrılmıştır: I.
Türklerin sürdürdükleri hayatlarıyla ilgili
adetler: A.
Yaptıkları işlerle ilgili olanlar B.
Hayatlarıyla ilgili olanlar C.
Dobruca Türlerinde ahlak ve kurallar II.
Dinî adetler: A.
Ramazan Bayram Adetleri B.
Kurban Bayram Adetleri III.
Dinî olmayan adetler: A.
Nevruz adetleri B.
Tepreş (Hıdırlez) adetleri IV.
Doğumla ilgili adetler V.Düğün
adetleri VI. Ölümle ilgili adetler-merasimler
TÜRK VE TATARLARIN SÜRDÜRDÜKLERİ
HAYATLARIYLA İLGİLİ ADETLER A-
YAPTIKLARI
İŞLERLE İLGİLİ ADETLER 1.
Çiftçilik:
Dobruca Türklerinin birçoğu köylerde yaşar ve çiftçilik yapar.
Onlar her türlü toprak ürününü yetiştirirler. Bostancılık,
bağcılık, bahçecilik ve tütüncülük işleriyle uğraşılar. Türklerin
yaptıkları ve çifçiliğin ayrılmaz kolu saydıkları
bir iş de koyun, keçi (eşkĭ), at ve büyükbaş hayvan yetiştirmektir.
En çok sevip yetiştirdikleri hayvan da attır. 2.
Ticaret:
Kasabalarda yaşayan Türk ve Tatarların büyük kısmı
ticaret, zanaat, esnaflık ve küçük bir kısmı da çiftçilik
yapmakla geçimlerini sağlarlar. Yaptıkları
ticaret: bakkalcılık, dericilik, yemişçilik, sebzeciliktir. Eskiden Köstence,
Mangalya iskeleleri ile Tuna kenarındaki iskelelerde zahire ihracat yapmış
büyük Türk tüccarları olmuştur. Şimdi bu ticaret yapılmaz. 3.
El
Zanaatları:
Türk ve Tatarların köy ve kasabalarda işledikleri başlıca
zanaatlar şunlardır: çarkçılık, kunduracılık,
terzilik, berberlik, demircilik, marangozluk, araba ustalığı, kürkçülük,
kasaplık, aşçılık, kahvecilik, nalbantlık gibi
küçük el zanaatları ve esnaflıktır. Büyük şehirlerde,
fabrikalarda, imalathanelerde işçi olarak çalışırlar. Son
40 yıl boyunca Dobruca’daki Güney Türkleri (Tatarlar) arasından öğretmen,
doktor, mühendis, memur yetişenlerin sayısı çoktur. B-
DOBRUCA
KÖYLERİ VE EVLERİ Köylerin
evleri basık ve üstleri toprakla örtülüdür. Karışık ve
sıktır. Köyün orta yerinde bir küçük meydan vardır, buna tuwar
catagı denilir, buraya köyün bütün inekleri, at ve davarları
toplanır ve buradan otlağa götürülür. 2.
Evleri:
Çitten ve kerpiçten yapılır. Az olsa da tuğla ve taştan
yapılanlar vardır. Evlerde iki oda bulunur. Biri oturma ve yemek odası,
diğeri misafir ve yatak odası. Bu iki oda arasında bir sofa
bulunur. Her evin mutfağı/aşkanası evin ön cephesinde, bahçenin
bir tarafındadır. Mutfağın yanında peş/peç diye
bilinen ekmek pişirme fırını bulunur. Ekmek tandırda pişirilir.
Tandırda tezek ve saman yakılır. Bunun yanında küçük
minderler vardır. Evlerin önlerinde
çiçek bahçesi, arkasında ise kora adlı yemiş, sebze bahçesi
bulunur. Genel olarak evler güneye bakar. Kapılar ve pencereler büyük değildir. 3.
Evlerin
iç döşemeleri:
Tatar evlerinin iç döşemesi şöyledir: Dış kapıdan
ayata girince karşı divanın dibinde birkaç ince minder, ayatın
ortasında hasır veya kilim döşenir. Ayattan içeriye, yani kapının
arkasından başlayarak hasır ve kilim döşenir. Kenarlarda,
duvara dayalı yastık ve minder serilir. Bir sedir sandık üstüne
örtülür, minderler ve yastıklar oturtulur. Kırım
Tatarlarının giyinme tarzları başkadır. Erkekler don ve
pantolon giyerler. Bellerine düz beyaz veya kırmızı yün kuşak
sararlar. İhtiyarlar başlarına fes giyerler ve üzerine renkli kısa
bir sarık sararlar. Kışın hırka, cepken veya ton
giyerler. Ayaklarına çizme (etik), başlarına koyun derisinden
yapılmış kalpak (börk) giyerler. Tatar kadınları
paşalı dedikleri uzun entari giyerler. Sonra ipek kenarlı
gömleğinin üstüne uzun, dar, kollu, uzun etekli, göğsü açık,
kenarları ipek veya sırmalı kumaştan dikilmiş bir
entari giyerler. Buna kaftan denir. Yaşlı kadınlar başlarına
marama, bayırbaş veya cülbez denen beyaz veya krem renkli ipekle işlenmiş
ince ve zarif örtü koyarlar. Kadınlar bellerini gümüş düğmeli,
sırma ile örülmüş kuşak bağlarlar. Buna Kavkaz kuşağı
denir. Birinci Dünya
Savaşı’na kadar Kırım kıyafeti muhafaza edilmiş.
Bundan sonra bu güzel kıyafet kaybolmuş. Zaman ilerledikçe modern kültür
ve adetlerin yayılması ve genelleşmesi ile eski kıyafetler
de değişmiş ve başka şekiller almıştır. A-
DOBRUCA
TÜRKLERİNDE AHLAK KURALLARI 1.
Ahlak
kuralları:
Bütün Türklerde olduğu gibi, Dobruca Türklerinde de aile teşkilatı,
en yaşlı ve ihtiyar erkeğin, kartbaba, dedenin veya babanın
idaresi ve otoritesi temeline dayanır. Bunlar bulunmadığı
ailelerde hüküm ve otorite yaşlı kadınları, yani kartana,
ninelerin veya analarındır. Bu ihtiyarlar sağ kaldıkça, çocuklar
ve torunlar, çoğunlukla, bir arada, koranta karaldısında yaşarlar
ve çalışırlar. Ana ve babalarının sağlığında
evlenmiş gençlerin bile aile topluluğundan ayrıldıkları
seyrek olan bir iştir. Buna Tatarlarda kazan ayırma denir. Bu
bir merasime bağlıdır. Hoş karşılanmayan bir olay
sayılırdı. Bu tutum eski bir adettir, zorunluluğun ve düşünüşün
icabıdır. Aile sevgisi, dayanışması, ekonomisi ve
menfaati bunu gerektirmektedir. Çiftçeiler için tarlanın geniş ve
bol olması, at ve hayvan sürülerinin yüzlerce sayıldığı
çağlardan kalma bir gelenek ve alışkanlıktır. Bu
zenginliği, varlığı idare etmek için kol ve kafa kuvvetine
ihtiyaç olan devirlerinden kalma bir adettir. Bu düşünce
ve alışkanlık geleneği içinde olan ailelerden meydana gelen
toplulukları, köylerde yaşayan yaşlı ve ihtiyar erkekleri içerek
meclisler tarafından idare edilirdi. Meclisin üyeleri köyün namuslu,
şerefli, doğru, akılıl, okumuş, tecrübeli ihtiyarlarından
seçilir. Meclisin kararına hiç kimse itiraz edemezdi. 2.
Saygı
kuralları:
Dobruca Türkleri yaşlılara, ihtiyarlara, kartlara karşı kadın
veya erkek olsun, çok saygı gösterirler. Misafirlikte, toplantılarda,
evinin en iyi yerine (törüne) köyün hocası, öğretmeni, bunların
yanına misafirler, bunların yanlarına da yaş sırasına
göre yaşlılar otururlar. Gençler yaşlı erkek ve kadınların
ellerini öperler. Gençler, genellikle, yaşlı kişilerin yanında
bağırıp çağıramazlar, yüksek sesle konuşmaz ve gülüşmezler,
sigara ve içki içmezler. Toplantılarda arka sıralarda otururlar.
Ayakta kalanlara kalkıp yerlerini verirler. Söz sırası gelmedikçe
konuşmaz, konuştukları zaman ise yaşlılara karşı
saygı ve nezaket göstererek konuşurlar. Dobruca’daki
Türk ve Tatarlar adet ve geleneklerine bağlıdırlar. Muhafazakar
ve dindardırlar. Halk dilinde yaşatılan atasözleri bunlar arasında
en kuvvetli vecizeler ve prensipler olarak saygı görür ve yaşatılır:
Kartlar sözü, kitap sözü, derler. Doğruluğu, komşuluğu,
ciddiliği sever ve takdir ederler. Çalışkan oldukları için
tembelleri sevmezler. Türk
toplumu toplu halde kadın ve erkek bir arada eğlenmeyi, millî müzik
ve oyunlarda neşelenmeyi severler. Akrabalar ve dostlar, kış
mevsiminde, kendi aralarında ziyaretler tertip ederler. Kasım ayından
Mart ayına kadar süren dört ay, kış mevsimi, çiftçi köylülerinin
işsizlik, rahatlama, misafirlerleşme ve evlenme mevsimidir. İlkbaharda
tarlalar sürülür, tohumlanır; mısır, bostan ekimleri; toprağın
çapalanarak yabanî otlardan temizlenmesi, koyunların kuzulaması, kırkılması,
kısrakların kulunlaması, ineklerin buzağılaması
gibi köy işleri başlar. Bu işlerden dolayı köylülerin hiç
boş vakitleri yoktur. Ancak kış mevsiminde eğlence, toplantı,
düğünler yaparlar. Dobruca Türklerinin bu güzel, iyi ahlâk ve saygı
kurallarının bazıları hala daha muhafaza edilir. Millî vasıflarını
ve karakterlerini korumak ve kurtarmak, bunun gibi geleneklerinin büsbütün
yok olmadan korumak için en gerekli ve faydalı tedbirlerinin alınması
gerek. II. DİNÎ ADETLER A-
RAMAZAN
BAYRAMI Din, insan
ve cemiyetin temel kavramlarından biridir. Tarihin her döneminde etkin bir
güç olarak kendini göstermiştir. Her kültür ve medeniyetin (uygarlık)
kendine mahsus bir din anlayışı ve tatbikatı olmuştur.
Mesela, İslam dinini kabul eden Türk halkları için (X) din Allah
tarafından konulan ve peygamberler vasıtasıyla akıl sahibi
insanlara tebliğ edilen, onlara dünya ve ahiret saadetinin yollarını
gösteren bir müessese olarak tarif edilmiştir. İslam dinine
inananların iki kutsal bayramları vardır: Ramazan Bayramı
ve Kurban Bayramı. 1.
Ramazan
Bayramı adetleri:
Küçük Bayram veya Şeker Bayramı olarak bilinen Ramazan kamerî
ayların dokuzuncusudur. Müslümanlarca en mübarek sayılan aydır.
Zira Kur’an-i Kerim bu ayda nazil olmaya başlamış ve her Müslümanın
bu ayda oruç/oraza tutması emredilmiştir. Kelimenin kök anlamı
hakkında çeşit görüşler vardır: çok sıcak olmak, çok
ısıtmak, yakmak vb. Ramazan kelimesinin Cenab-ı Hakk’ın güzel
isimlerinden olduğu ve “günahları yok edici” anlamına geldiği
de rivayet edilmektedir. Müslümanlarca mübarek sayılan Kadir Gecesi de bu aydadır. Oruç açmaya yemeye iftar; yatsı namazından sonra Ramazan boyunca kılınan 20 rekatlık namaza teravih denir. Gecenin sonuna doğru kalkıp yenilen yemeğe sahur/temeş denir. Bereket, rahmet ayı olan Ramazan İslam aleminde büyük ir saygı ile karşılanır. Eskiden beri Müslümanlar bu ayda ibadet ve inançlarını arttırırlar. 2.
Dobruca Türk ve Tatarlarının halk edebiyatında Ramazan:
Dobruca Türklerinin hayatında geniş bir yeri olan Ramazan ve
bununla ilgili gelenek, inanç, günlük hayat, ibadet, folklor sahalarında
zengin bir kültür birimine sabep olmuştur. Halk şairlerimizi,
ozanlar, kedaylar bu ayı vesile bilerek birçok şiirler icat etmiştirler.
Bunların en güzel örnekleri şunlardır: Şeremezan,
Elvida, Sarı Eşkĭ/Keçi, Ey Şuwal, Teravi
Cırı ve başkaları. Şeremezan (Şehr-i Ramazan):
Ramazan ayının 15. gecesine kadar, teravi namazından sonra,
gece yarısında gençler, guruplar halinde, ev ev yürüyerek Şeremezan
söylüyorlardı. Şeremezan söylemek Ramazan ayının
doğduğunu haber eder ve müminleri dua yapmalarına teşvik
ediyordu. Şeremezan
ayları tuwdı ferman El köterĭp
duwa kılmak canga derman. Ol Muhammed
Mustafa’ga bĭzden selam.
Ya, Muhammed, Medine’de ya, Şeremezan. Elvida/Elveda:
Ramazan ayının son haftalarında, iftardan sonra söylenirdi.
10-15 genç evleri dolaşır ve güzel bir sesle Elveda’yı
okurlardı. Konuk idin
bize bir ay Şimdi
bizi terk ittin. Zikir,
tesbih hem teravi Elveda: artık
gittin. Teravi,
Temeş gibi şiirler de 1935-1950 yılları arasında
Dobruca’da Tatarların yaşadığı köylerinde Ramazan
ayı boyunca, daul, zurna eşliğinde, müminleri temeşe yani
sahura uyandırmak için söylenirdi. 4.
Ramazan
Bayramı mani ve türküleri: Ramazan’ı şenlendiren diğer bir şiir türü de
Ramazan türküleri ve manileridir. Dobruca Türklerinde bayramın ilk günlerinden
başlayarak son günlerine kadar eskiden mani/mane ve türkü yırlamak
adeti vardı. Söylenilen mani ve türküler içinde tarihî, siyasî,
edebî gibi pekçok özelliğe açıklık getiren mısralar
vardır. Eski gelenekleri, zevkleri, eğlenceleri anlatan Ramazan türküleri
ve manileri Türk ve Tatar folklorcular tarafından derlenmiş ve ayrı
eserler içinde yayımlanmıştır. (Ahmet Naci Ali Cafer,
Mehmet Ali Ekrem, Enver ve Nedret Mahmut) Ramazan
manilerinden iki örnek: Karadeniz
boyunda Kalaylarız
kazanı Ey kız,
senin derdinden Tutmadım
Ramazan’ı Geldi mah-ı
Ramazanım Şad
oldu sevindi canım Ramazan-ı
şerefiniz Mübarek
olsun sultanım Türkü Ne uyursun,
ne uyursun Şu
uykudan ne bulursun? Al
abdestin, kıl manazı Cennet-Ala’yı
bulursun. İşte
geldi Ramazan ayı Hazırlayın
maramayı Alla kabul
eder bu ay Okunan her
bir duayı. Sadece
Ramazan ayında okumak üzere Dobrucalılarda ilahiler de mevcuttur.
Camilerde okuann ilahiler genelde ağır ve sanatkarane eserlerdir.
Bunlarda bulunan hareketlilik ve canlılık özel bir unsurlar ile ele
alınmıştır. İlk on beş gecede okunanlar Merhaba,
daha sonra okunanlar ise Elveda nakaratını taşır. Kurban Bayramı kutlamaları:
Dinî bakımdan çok önemli olan ve türm Türk halkları tarafından
kutlanılan ikinci bayram Kurban Bayramıdır. Büyük Bayram diye
de bilinen ve kutlaması dört gün süren bu kutsal bayram da Dobrucalılar
tarafından büyük bir saygı ile karşılanır. Herkes bu
bayramda dinin buyruğunu yerine getirmek için kurban keser ve yoksullara
dağıtır. Kurban edilecek hayvanlar birkaç gün önce hazırlanır.
Kurbanlar “ölüler” için ve “diriler” için olarak bayramın ilk günü,
hoca dua ettikten sonra kesilir. Ölüler için kesilen kurbanın hepsi
yoksullara, dul kadınlara, kimsesiz ailelere dağıtılır.
Diriler için kesilen kurban ise ev sahibine kalır. Mübarek
bayramın ilk günü çocuklar ellerinde torbalarla ev ev gezerek bayramı
kutlar ve ev sahiplerinin, yaşlıların ellerini öperler. Torbalarına
meyve, para, şeker, ceviz, elma koyarlar. Bayram günleri
ölüler ziyaret edilir, para, yiyecek dağıtılır, sonra
bayramlaşmak veya bayram kutlumak için akrabalar, dostlar, birbirlerini
ziyaret eder, eğlenir, neşeli sevinçli bir ortam içinde bayramı
tebrik ederler. Dobrucalı
Türk ve Tatarların adetlerine göre, bu iki bayram için her aile özel
yemekler hazırlar, çocuklar için yeni elbiseler satın alınır;
şeker, kahve, meyve gibi tatlılar da her bir ailenin evinde bol bol
bulunur. III- DİNî OLMAYAN (LAİK) ADETLER 1.
Nevruz/Nawrez:
Farsça nev “yeni” ve ruz “gün” kelimelerinin birleşmesinden oluşur.
Yeni yıl demektir. Eksi İran takvimine göre “yılbaşı”
baharın başlangıcı olup aynı zamanda bayramdır.
Nevruz/Nawrez Mart ayının 21. gününe tesadüf eder. Bu gün gece
ile gündüz eşit olur. Türk
topluluklarında, bu sırada Dobruca Türk ve Tatarlarında, bu
bayramla ilgili olarak çeşitli gelenekler meydana gelmiş ve bunların
bir kısmı halen yaşamaktadır. Kıştan
kurtulma ve bahara kavuşma günü olarak karşılanan nevruz,
Dobrucalılar arasında da çok eskiden beri bazı merasim ve
adetlerle kutlanan günlerden biridir. Eskiden, nevruz günü yaklaşırken
hazırlık yapılır, evler temizlenir, yeni elbiseler alınır
ve en önemlisi kırlara çıkılırdı. Kırlara çıkma
adeti bugün aynı şekilde devvam ettiğini görüyoruz. Dobrucalıların
en çok çıktıkları yerler Asanşı, Nurbat ormanlarıdır.
Cemaat yiyecek, içecek getirir, çalgıcılar toplanır, çocuklar
çeşitli oyunlarla nevruzu neşe, eğlence dolu bir bayram günü
gibi kutlarlar. İran
ve Türk edebiyatında çok önem verilen nevruz gününün doğşu
hakkında birçok rivayet bulunmaktadır. Bu rivayetlere göre: -
Hz. Nuh’un tufandan sonra gemiden inip yere bastığı
gün nevruzdur. -
Hz. Yusuf’un atıldığı kuyudan çıkarıldığı
gün; -
Hz. Musa Kızıl Deniz’den nevruz günü geçmiş; -
Bir balık tarafından yutulan Hz. Yunus, bu gün
karaya bırakılmış. Türklerin
bir rivayetine göre onlar Ergenekon dağlarından bu gün çıkmışlar
ve bunu bayram olarak karşılarlar. 2.
Dobrucalıların
halk edebiyatında Nevruz: Dobrucalıların eski halk edebiyatında
mevsimleri, bayramları, toplum hayatında önem verilen günleri
şiirlerle karşılandığı, dörtlüklere, türkülere,
beyitlere bunların konu edildiği görülür. Nevruz’da
baharın gelişi münasebeti ile söylenen şiirlere Nevruziye denirdi.
Dobrucalılarda mevcut olan nevruz türküleri genellikle, tebrik maksadını
taşırlar. Tatarlarda
ilkbaharı müjdeleyen çiçeğinin adı akbardak olsa
bile, onlar da Türkler gibi nevruz çiçeğine nawrez
derler. Adetlerimize göre, bu münasebetle, üç gün boyu çocuklar, gençler
ellerine nevruz çiçeği –nawrez- ve yeşil dallar alarak, ev ev
dolaşarak nevruz türküleri/cırları söylerlerdi. Bol
hediyeler ve para toplayarak, bunları hayrat için kullanırlardı. Nevruz türküsünün
birkaç şekli halen halk arasıda yaygın olduğunu görmek mümkündür.
Burada pek yaygın olan bir dörtlüğünü Türkçe, başka bir
şeklini de Tatarca sunuyoruz: Nevruz Türküsü Fahri alem
Mustafa Ümmetine kıl
vera Haza
nevruzum mübarek Nawrez Cırı Nawrez keldĭ
körĭñĭz Körĭmlĭgĭn
berĭñĭz Cennet bolsın
cerĭñĭz Aza, nawrezĭm
mübarek Nakarat gibi tekrarlanan dizi Türk ve Tatarlarda ayni olduğunu fark etmek mümkündür. 4.
Hıdırellez/Kıdırlez
adetleri: Dobruca Türk-Tatarlarında Hıdırellez/Kıdırlez
veya Tepreş adını taşıyan gelenek 6 Mayıs gününde
uygulanan sayılı günlerden biridir. Takvimî bilgilerde bu güne Ruzî
Hızır denir ve yaz mevsiminin başlangıcı sayılır.
Eskiden mevsimler yaz ve kış olarak iki dönemli olduğu
bilinirdi. Yaz, 6 Mayıs ile 7 Kasım tarihleri arasında 186 gün,
kış ise 8 Kasım ile 5 Mayıs arasında kalan 179 gün sürer. Hıdırlez
çok eskiden gelen bir gelenektir. Günümüzde de canlılığını
koruyan bu adete göre bu günde Hızır Peygamber ile İlyas
Peygamber buluşur ve onların bastıkları yerlerde yeşillik
hasıl olur. Bu buluşma baharın başlangıcını
oluşturduğundan bir bayram olarak ele alınmıştır. Dobrucalılar
bu günde önce ölüleri ziyaret eder, yoksullara para dağıtılır,
dua okutulur, sonra Nurbat veya başka yerde bulunan kırlara ve
ormanlara çıkıp, yiyip eğlenir ve keyiflenirler. Bir gün önce
kadınlar Tatarlara has olan kalakay, köbete, cantık hazırlar ve
bunlar dost ve akrabalarla birlikte yiyilir. Neşeli ve hoşça vakit geçirilen
bir bayram günüdür. 3.
Sabantoy/Saban
düğünü adeti:
Sabantoy, Ey Şuwal, Cawın Cırı/Yağmur
Türküsü gibi eski, geçmiş yıllarda toplum tarafından
uygulanan gelenekler ve geçmiş adetler hakkında bilgileri bugün halk
edebiyatımızda mevcut olan türküler, cırlar, maniler iletmiştir. Sabantoy/Saban
Düğünü
geleneğini iki kıtadan oluşan bir türkü hatırlatır. Türkü
hepimize bu günü selamlar. Tarlayı ekilir duruma getirmek için yapılan
işlere bağlı olan saban düğünü kıvanç ve hizmet, çalışma
gününü temsil eder. Düğün ise türkü, mani söyleyerek zevk ve şenlik
içinde geçer. Ambarlar
tarlalardan toplanan ekinlerle doldurulduktan sonra, kır işleri sona
ermiş ve köylüler memnunluk içinde yaşadığı mübarek
günleri tören yaparak kutlamışlar. Dobruca Tatarlarında Ey
Şuwal/Hey Kapşık adeti işte bu günlerde var olmuş.
Eskiden bu geleneğin Dobruca’da nasıl uygulanırdı: birkaç
delikanlı ev ev gezerek Ey Şuwal türküsünü yırlarmış.
Bir genç başına bir şuwal/kapşık giyer, toprak üstüne
yuvarlanır ve türlü türlü hareketler yaparak kişileri güldürür,
eğlendirir, hoş ve güzel saatler yaşanırdı. Evcil
hayvanlar bakma ve yetiştirme işi ile ilgili olan bu adeti Sarı
Eşkĭ/Sarı Keçi ve Sıyıldamay yırları
hatırlatır. Bu türküler bahar aylarında, hayvanlar yavruladıkları
haftalarda erkek çocuklar tarafından söylenirmiş. Ramazan aylarına
rastlayan yıllarda Şeremezan, Elvida ile birlikte bu iki
türkü de yırlanırmış. Mevlaye
salli ve sellim dahi men ebeda, Alâ
habibike hayril halki küllihimi... Hocalar
ellerini kaldırarak dua okudukları zaman, çocuklar avuçlarını,
her duada olduğu gibi, yukarı doğru açmaz, tam tersine, ayarı
yumulmuş elleri yere, toprağa doğru tutarlar. Bunun manası
da yağmurun yere yağmasını belirten dileklerini ifade etmiş
olurdu. Bu duadan
sonra herkes evden getirdikleri içecek ve yiyecekleri bir yere toplar ve sofrayı
birlikte yaparlardı. Sofra duası da okunduktan sonra herkes memnun bir
tavır alır ve evlerine dönerlerdi. Dobruca’nın
bazı köylerinde yağmur duasının başka bir şekline
rast geliriz. Sütkadım diye bilinen bu adet ekseriyetle 10-12 yaşlarında
erkek çocuklar tarafından uygulanır. Çocuklar, akşama yakın
saatlerde, türlü renkte el işlemeleriyle süslenmiş bir ağaç
dalını ellerine alarak, ev ev gezerek Sütkadım türküsünü söylerler.
Yır bittikten sonra ev sahibi çocukların üzerine su atar ve para,
meyve hediye ederlerdi. Eski çağların
gelenek, örf ve adetleri ölçüsüz derecede güzel, çekici, alımlı
ve güçlü nitelikler taşıdığını görmekteyiz.
Halkımız tarafından yaratılan ve ona özgü düşünce
ve gelişme süreci içinde var olan ve uygulanan tüm bu adetleri korumak
ve onların bütünlüğünü sağlamak gerekmektedir. VI- DOĞUMLA İLGİLİ ADETLER 1.
Doğum
öncesi adet ve gelenekleri:
Dobrucalı Türklerin doğumla ilgili töre ve adetleri diğer Türk
halklarının adetleriyle aynı veya çok az farklıdır.
Bir kadın evlendikten sonra anne olacağını duyunca büyük
bir merak ve telaş içinde yaşar. Doğacak bebek için o anne ve
yakın akrabalarıyla birlikte elbiseler hazırlamaya başlar.
Her türlü iç giyim eşyası, elbise, libas, hafif ve türlü biçimlerde
terlik, çeşitli ipliklerden örülü çorap, başı korumak için
ince kumaştan ve çoğunlukla yarı yuvarlak biçimde hazırlanan
takke ve yeni doğan bebekler için gerekli olan tüm eşya hazırlanır.
Elbiseler genellikle, beyaz ve kırmızı olur. Kızlar için kırmızı,
erkek çocuklar için mavi renk seçilir. Günümüzde
en önemlisi çocuk için ad bulmaktır. Anne, baba, akrabalar birkaç ad
teklif ederler, ancak beğenileni seçilir. Bazen çok yakın akrabaların
adlarının taşınması
da uygun görülür. Eskiden,
kadın evde doğum yapardı. Ona ebe veya ebenay yardım ederdi.
Günümüzde annler yavrularını hastanede doğuruyor. Eve gelince
çocuk hemen bir komşuya veya akrabaya götürülür. Sanki onu satın
almış gibi bu akrabaya çocuğun annesi para verir. Sonra kendi
evine gelir. Bu çok eski bir gelenektir. Hamile kadın
doğuma yakın bir zamana kadar çalışır, ancak ağır
işler yapmaz. Doğum sancıları başlar başlamaz aile
üyeleri sevinir ve heyecanla çocuğun doğmasını bekler. 2.
Doğum
sonrası adetler:
Bir kadın doğum yaptıktan sonra 40 gün evden çıkmaz. Loğusa
olarak evde kaldığı zaman o kırk gün, her akşam, bebeğini
yıkar. Bu yıkamada sabun, şampuan gibi malzemeler kullanılmaz.
Sadece yumurta, zut ve ılık su ile yıkanır. Ömrü uzun,
zengin ve şanslı olması için ilk yıkanma suyuna altın,
para, yün ve yumurta kabuğu konur. Bunların anlamları şunlardır:
Yumurta kabuğu gibi mikroplara karşı dayanıklı olma
dileği; altın ve para ise zenginlik ve şanslı olma anlamına
gelir; yün ise uzun ömür, yaşama dileğini arzeder. Kırk gün
sona erdiği zaman, anne kırk günlük çocuğu ve iki yaşlı
kadınla (kaynana, anne veya akraba) kırklama denen işleme başlarlar.
Yani anneyi yıkarlar. Yıkayanlara hediye olarak çember, başörtüsü
veya maraba verilir. Kırklama tamam olduğunda anne ilk kez çocuğunu
gezmeye çıkarır. En uzak mesafede bulunan bir akrabanın evine
gider. Akrabalar en küçük konuklarını hediyelerle bekler. Dobruca Türk
ve Tatarlarında doğumla ilgili ad takma, loksa cıyın/loğusa
şenliği ve tĭş müsĭr/diş misir
gelenekleri mevcuttur. Albastı:
Halk inançlarına göre, bu varlık yeni doğan bebeği ve
anneyi öldürürmüş. Bu nedenle onlar evde tek başlarına bırakılmamalıdır.
Albastılar yalnız Kur’an’dan korkarlarmış. Peri:
Doğaüstü güçleri olduğuna inanılan ve dişi bir varlık
olan periler, Türk folklorunda iyiliği temsil eder. Dobruca Türklerinde
ise kötülük yapan varlık olarak geçer. Bu inanca göre, periler loğusanın
yanına sadece gece gelir ve evde tek başına kalan ane ve bebeğe
musallat olur. Yine, başka bir inanca göre periler loğusa kadınların
omuzlarına konar ve bunlara sonsuz ve çeşitli işkenceler yaparmış.
Anneyi istediği yerlere götürür. Anne ise onlara karşı hiçbir
şey yapamaz veya karşı koymaya gücü yetmez. Bu işkence
ancak odaya veya annenin yanına elinde Kur’an olan biri girerse, o zaman
bitermiş. Eğer de hiçbir kimse gelmezse, işkence sabaha kadar
devam eder ve kadın sağ bırakılırmış. Periler
sadece yeni doğan çocuğu kaçırır ve sonradan ciğerlerini
söküp öldürürmüş. Al karısı
da loğusalara musallat olan ve onları boğduğu sanılan
bir yaratıktır. Ancak kötülük saçan bu ruhlara karşı
halk çeşit çeşit önlemler almıştır. Bunların
etrafında şu inançlar söylenir: Nogay Türkleri perileri aldatmak için
çocuklara gizli bir ad koyarlarmış. Sahte adı yüksek sesle söyler
ve periler aldanırmış. Diğer bir inanca göre erkek çocuklarının
saçları uzun bırakılır ve kız elbisesi giydirilirmiş.
Kızlara ise erkek muamelesi yapılır ve böylece bebekler kötü
ruhlardan korunurmuş. Kız seçimi;
kız isteme; nişan töreni gibi gelenkler düğün/toy öncesi
uygulanan en eski ve değerli vasıfları taşırlar. 1.
Kız Seçimi: Evlenme yaşına gelen kız ve
erkekler, düşüncelerini, aracıların yardımıyla
ailelerine bildirirler. Aile, yani ana, baba ve yakın akrabalar, oğullarına
hayat arkadaşı olabilecek kızı araştırırlar.
Kız evi de delikanlı hakkında gizli araştırmalar yapar. Adet üzerine
kız ve erkeğin seçiminde soy ve sülalenin araştırılmasına
özen gösterilir. Yedinci kuşağa kadar inen akrabalar arasıda
evlilik yasaktır. İki gencin evlenmelerini yakın akrabalarla görüşüldükten
sonra, kesin bir karar alınır. Beğenilen kızı istemek için
işe başlanır. 2.
Kız
İsteme:
Söz kesme, söz bir Allah bir gibi adlarla bilinen bu adet kızın seçiminden
sonra başlar. Bu işi kadınlar hem erkekler yapar. Delikanlının
tarafından yakın akrabalarından bir-iki dünürcü/cawşı,
kızı istemek için onun evine gelirler. Kısa bir sohbetten sonra:
“Allah’ın emri, Peygamberin kavliyle kızınızı oğlunuza
münasip bulduk, siz ne dersiniz?...” denerek kız istenir. Aynı
zamanda gencin hüner ve başka nitelikleri sıralanır. Daha sonra
erkekler bir yerde toplanarak gelin için başlık parası ve
süt hakkı isterler. Tüm bu adetler uygulandıktan sonra genç
evinin uygun bulduğu bir günde nişan günü de ayarlanırdı.
Demek, söz
kesiminden sonra nişan töreni/nışan toy hazırlıkları
yapılır. Söz kesilmede yani söz bir Allah bir’in
belirtisi olan küçük hediyer verilir, sonra sofraya buyur edilirler. Kız
tarafından olumlu veya olumsuz cevabı getirecek dünürcüleri
delikanlının ailesi büyük bir sabırsızlıkla bekler.
Hatta onları kapıda biri gözetler. Geldiklerini görünce haber eder
ve bu müjde için bahşiş alır. Kız
isteme/dünürcülük/cawşılık geleneği eskiden Tatarca yazılmış
olan tiyatro eserlerine konu olmuştur. Mesela, Necip Hacı Fazıl Cawşılık/Dünürcülük
adlı sahne oyununu 1931 yılında yazmış ve bu adetin tüm
güzel yönlerini tasvir etmiştir. 3.
Nişan
töreni:
Nişan töreni veya düğünü için hem kız, hem de gencin evinde
hazırlıklar başlar. Bu törene katılanların sayısı
büyüktür. Akrabalar, komşular, kız tarafından gelen misafirler
ve yakınları katılır. Nişan
töreni kızın ve delikanlının evinde yapılır.
Delikanlının ailesi kıza, ana babası ve yakın akrabalarına
bir bokça ile satuw/satış hediyeleri gönderir. Kız için hazırlanan
hediyeler içinde gelinlik, iç çamaşırı, dış
giysileri, ayakkabı, pabuç, takılar bulunur. Kızın annesi
bokçadaki hediyeleri komşularına, akrabalarına gösterir. Sonra
o da güveye, baba ve annesine, akrabalarına birkaç hediye gönderir. Güvey
ve gelinin yakınlarına verilecek armağanlarının üzerine
bunların adları yazılır. Sofraya
oturulur. Mevlid ve Kur’an’dan dualar okunur. Hocanın gelmesi şarttır.
Eskiden kızın evinde cantık adlı bir hamur aşı hazırlanırdı.
Bunlar gelen misafirlere ikram edilirdi. Düğüne
iki üç hafta kala resmi nikah yapılır. Bu törene katılanlara
tatlı ikram edilir. Bu nikahtan sonra gençler evli olarak geçerler. Eski yıllarda,
nişan ile düğün arasına kurban bayramı rast geldiği
zaman, gelinin evine kurbanlık güzel, renkli ipliklerle süslenmiş
bir koç hediye edilirdi. Eğer de nişan ile düğün arasında
bir zamazan bayramı kutlanırsa, o zaman kız marama, çember,
etek, gömlek, çorap , ayakkabı, kahve ve başka şeyler kabul
ederdi. Kızın ailesi de güveye iç çamaşırı, gömlek,
ayakkabı, mendil gönderirdi. Düğünlerde
mutlaka çalgı bulunur. Davul zurna hiç eksilmez. Toy hem delikanlı,
hem de kız tarafından yapılır. Düğün
eskiden şöyle ilan edilirdi: Düğün arefesinde, akşam üstü, güneş
batmadan önce bir çocuk iyi bir ata biner, dört nala koşturur ve
delikanlının babasının adını söyleyerek: “...
akaynıñ üyĭne bo akşam köbete pĭşĭrmege”,
diyerek çağırırdı. Akraba, dost ve komşu kızları
düğünü olan kızın evine toplanırlar ve tandırda köbete
pişirirler. Köbete parçalanarak konuklara dağıtılır. Ertesi
sabah çalgı takımının düğün hayırlı olsun
türküsü ile toy başlar. Akrabalar, komşular düğüne bahşiş
ile gelirler. Gelen herbir tebrikçi özel bir hava ile karşılanır.
Düğünün ilk günü bütün akrabalar, ikinci günü köy cemaatine,
üçüncü günü dışardan gelen konuklara büyük ziyafetler verilir.
Düğünün dördüncü günü üyken toy yani büyük düğündür.
Bu gün gelin gelir. 1.
Gelin
getirme adetleri:
Damadın evine gelini getirmek için kızın anası, yengeleri
veya en yakın akrabaları olan kadınlar gider. Bunlara kudagi
denir. Gelin ve kadınlarının çevrelerinde en yakın akraba
ve dostlar bulunur. Bunlara da kuda denir. Kuda ve kudalar erkek tarafının
en saygılı misafirleri olarak karşılanır ve ağırlanır.
Gelin, üstü kapalı bir arabayla getirilir. Bu arabaya Mögedek arabası
adı verilir. En iyi ata
binmiş iki delikanlı arabanın peşinden hiç ayrılmaz. Düğün
kafilesi yol boyunca şu sırayla yürür: en önde birkaç araba kuda,
arkalarında birkaç araba kudagi ve en arkada mögedek araba içinde gelin
gelir. Kudagilar arabasında gelinin anası da bulunur. O en çok saygı
görür ve baş misafir olarak ağırlanır. Damadın
köyüne üç-dört kilometre mesafede, bir berada, gelin alayını
damat tarafından gelen delikanlılar karşılar. Bazen bunların
arasında güvey/kiyew de bulunur. Kiyew, gelinin arabasını üç
kez dolandıktan sonra, atını gelinin kendi eliyle işlediği
tokuzu takar ve köyüne döner. Tokuz: gömlek, don, çevre, şal,
şerbentı, cayma, çorap, uçkur ve keseden oluşan bir bütündür. Gelini karşılayanların
hepsine ve akrabalık derecelerine göre, gömlek, şal, şerbentı,
çevre, mendil gibi bahşişler verilir. Bu hediyeler atların
kulaklarına bağlanır. Toy aldı gelenekleri bittikten sonra düğün
alayı, yürümeye başlar ve gelin arabası köye girdiği
zaman gelinin kalacağı evinin kapısına kadar gider ve burada
başka bir gelenek başlar. 2.
Gelin
indirme geleneği:
Gelin arabasını süren arabacının yanında, gelinin
erkek kardeşi veya en yakın akrabası olan bir çocuk boynuana kap
içinde bulunan bir Kur’an-i Kerim takıp gelmiştir. Ona bir bahşiş
verildikten sonra, arabadan indirilir. Kur’an getiren çocuk indirildikten
sonra, yaşlı bir kadın bir tas dolusu kuru yemişi, bir avuç
ufak parayı, yağda kızartılmış ufak lokmalarla
birlikte gelinin mögedekli arabasının üstünden önce arkaya, sonra
sağa ve sola birer avuç dolusu saçar. Çocuklar bu saçılanları
kapışırlar. Bundan sonra diğer ihtiyar bir kadın, diri
beyaz bir tavuğu, başını bir kanadının altına
sokarak, gelinin başından üç kere dolandırır. Buna kakma
denir. Bu adetle o gelinin etrafında bulunan kötü ruhları, cin ve
perileri kovmuştur. Bu
merasimlerden sonra, mögedek arabasının önünden evinin kapısına
kadar örtü tutularak kapatılır. Gelinin ağası veya erkek
kardeşi veya en aykın erkek akrabası gelini kucağına
alarak arabadan indirir. Götürüp içerde bir köşeye kurulmuş olan
gerdeğin arkasına bırakır. Bu olaylar devan ederken halk
arabanın etrafına toplanmıştır. Çalgıcılar
çağırtı havası çalmaktadır. Fakat gelini kimse görmez.
Gelinin eve girmesine kelĭn tüştĭ/gelin indi denir. Gelin düştükten
sonra, çeşit türlü oyunlar yapılır. Gençler tarafından
en çok beğenilen güreştir. Güreş havası çalmaya başlayınca
güreş de başlar. Güreşi kazanan delikanlı türlü bahşişler
kazanır. Bu bahşişlerden en değerlisi de cülde adını
taşır. Bahşişler bir uzun sırığın ucuna
bağlanır. Güreşi kazanan delikanlı da güreş cüldesini
arabaya diker ve köyü dolaşır. Düğünlerde at yarışı da yapılırdı. Yarışı kazananlara büyük, değerli hediyeler verilirdi. 3.
Düğünün
son akşamı adetleri:
Düğünün son akşamı gelmiş. Damat bir odanın köşesinde
oturtulur. Etrafında akrabaları, dostları ve köy delikanlıları
toplanır. Damat ortaya konulan bir iskemleye oturur ve tıraş
olmaya başlar. Çalgıcılar tıraş havası söyler. Tıraş
bittikten sonra damat, yine çalgı veya ilahi eşliğinde baştan
ayağa kadar yeni elbise giyinir. Yeni elbiseleri giydikten sonra eski köşesine
oturur. Bundan
sonra kiyew konışması/damadın konuşması
denen büyük bir oturum başlar. Bu geleneğe göre toplantıda
bulunanlar kartağasından izin alır ve çeşit türlü
teklifte bulunurlar. Konuşmalar bir kurala bağlanır ve meclisteki
bütün insanlar kartağasını dinlemeye mecburdur. Büyük bir
disiplin içinde geçen bu çok eski gelenek, gençler ve delikanlılar
tarafından yaşlılara gereken saygıyı göstermek; izin
almadan konuşmamak; doğru hareketlerde bulunmak; yalan söylememek
gibi ahlakî kurallara uymakla ilişkilidir. Son gecenin
sabahına karşı kartağası, damadı büyük misafir
dediği geline götürülüp teslim edilmmesini emreder. Bu arada herkes ve
çalgı susar. Ortalığı derin bir sessizlik kaplar. Sonra
damat gerdeğin bulunduğu odaya girer. Güneş doğarken yine
kartağası düğünün bittiğini ilan eder. Delikanlılar
yarı keyifli bir halde dağılırken çalgı “Ey gaziler
yol göründü” şarkısını söylerler. Gelin Evi: Dobruca Türklerinin adetlerine göre, ev süsleme
eşyaları, yani duvara asılan kilim ve halılar, ipek şallar,
şerbenti, marama, tokuzlar, kıpalplarla işlenmiş türlü
renkli keseler; yuvarlak, dört köşe veya uzun minder ve yastıklar; döşek,
yorgan ve çarşaflar, hepsi gelin tarafından getirilirdi. Bu ev
cihazlarıyla süslenmiş odalar, iki veya üç, bir çiçek bahçesine,
bir eşya sergisine benzerdi. Boş
odaları doldurmak için gereken mobilya eşyalarını, yani
kanepe, yatak, büfe, koltuk, masa, mutfak eşyası, buzdolabı, çamaşır
makinesi ve başkalarını delikanlı tarafının hazırlanması
gerekirdi. Gelinin güzel
güzel gergef, tezgah elişleri, damadın hazırladığı
modern mobilyalar ile süslenen ev gençlerin gelecekte birlikte hayat sürdürecekleri
masaldaki bir sarayı hatırlatırdı. Şu
geleneği de unutmamız gerekiyor. Yeni evlenmiş gelinlerin evleri
bütün süsleri ve iç dekorasyon ile altı ay kalmak zorunluğuna ve
misafirleri bu odada kabul etmek görevindedirler. Gelini ziyaret eden akraba ve
dostlara gelinde bol miktada bulunan bu eşyaları, akrabalık ve
dostluk derecesine göre, bir çevre, şelbenti, şal veya tokuz hediye
edilirdi. Gelin bu altı aylık süre içinde en iyi ve süslü
giysilerini giyer ve konukları böyle karşılar. Ziyaret
eden kadınlar ise süslenmiş odaları dikkat ile gözetledikten
sonra, geline övgü yağdırır, onun yeni evinde mutlu yaşamasını
dilerler. Türk ve
Tatarlar, bazı özel günlerde bol bol yemekler ve sofralar hazırlarlar.
Yaş günleri kutlandığı zaman, diş veya sünnet düğünlerinde,
evlenme törenlerinde, Ramazan ayında, iftar ve sahur (temeş)’da,
bayramlarda ve çeşitli vesilelerle okutulan dua ve mevlidlerde yemekler
hazırlanır. Genellikle, ölüler için okutulan mevlidlerde şerbetin
yanında yemek sıralarında helva da ikram edilir. Bu özel günler
için hazırlanan yemekler arasında çorba/toy şorbası,
sofranın başlangıç yemeğin oluşturur. Sonra kuru
fasulye/bakla ile fırında pişirilen koyun ve dana eti veya
kapama, sarmalar, pilav (kuskus veya pirinç), hoşaf, tatlılar
(baklava, saraylı, minune, pasta), kahve, sigara ikram edilir. Eski
geleneklerimizi hatırlatan cıyın, talaka gibi delikanlı
ve kızların eğlence toplantılarında, Tatar ve Nogaylar köbete,
cantık, kĭrde, sarburma gibi hamur aşları
hazırlar ve herkes bunları büyük bir iştahla yerdi. Undan,
etten, yağdan yapılan ve sonunda yoğurt, hoşaf veya karpuz
ile yiyilen en önemli ve sevilen Tatarların hamur aşı da şiyberek/çiğbörektir.
Yabancıların da hoşuna giden çiğbörek gerçekten besleyici
ve lezzetlidir. Dobruca’daki
Türkler misafirlerine çeşitli yemekler hazırlar. Bazen bunların
çeşidi 15-16’yı bulur. VI- ÖLÜMLE İLGİL ADETLER Ölüm çevresinde
oluşmuş ve ölüyle toplum üyelerini ilgilendiren bu adetler ve
inanmalar/inançlar ölüm öncesi, ölüm sırası ve ölüm sonrası
olmak üzere üç grupta toplanmıştır. Dobrucalıların
halk inanmalarında ölümü önceden haber veren belirtiler arasında
hayvarlarla ilgili olanlar büyük bir yer kapsar. Sonra ev, eşya ve
yiyecekle ilgili birtakım inanmaların temelinde de ölüm korkusu
yatmaktadır. Ay, güneş tutulması, yıldız kayması,
gök gürlemesi gibi olaylar da halkın inançlarında çoğu zaman
ölümle yorumlanır. Ölüm olduğu
zaman yakınları ağlar. Komşular da ölü evinde toplanarak,
ölünün yakınlarının acılarına ortak olurlar. Son
cenaze hazırlıkları yapmaya destekçi olurlar. Ölümden
hemen sonra yapılan işlemlerin en çok görünenleri şunlardır:
ölünün gözleri kapatılır, çenesi bağlanır, başı
kıble yönüne çevrilir, ayakları yanyana getirilir, üzerindekiler
çıkartılır, ölünün karnına bıçak veya demir eşya
konur. Son olarak ölünün odası temizlenir ve onun başucunda
Kur’an okunur. Gömmek için gereken adetler de uygulanır. Bunlar: yıkama,
defnetme ve cenaze namazıdır. Ölümden
sonra en önem verilen ve dikkat edilen bir gelenek yas tutmaktır. Yas,
birinin kaybıyla duyulan acı ve üzüntüyü ifade eder. Genellikle,
yas kırk gün tutulur. Ölünün yakınları ve akrabaları başlarına
başörtüsü bağlarlar. Yas tutma amacı ise acı çeken kişiyi
belirli bir süre yeni duruma alıştırma, acısını
azaltma ve yavaş yavş bu durumdan çıkmasına yöneliktir. Cenaze kaldırıldıktan
sonra diğer bir gelenek ölü yemeğidir. Bu ölümle ilgili adet ve
inanmaların önemli bir bölümünü oluşturur. Mezarlıktan dönmüş
kişilere, ölüme katılanlara, uzak yerlerden gelenlere yemek verilir.
Bunlar ulkım (lokma), elwa (helva), şerbet veya yemek de olabilir. Ölünün
yemekle törenle ve yemekle anıldığı belirli günler ölünün
kırkıncı, elliikinci günü ve yıldönümüdür. Seyrek
olarak üçüncü ve yedinci günler de ölü için Mevlit ve Kur’an
okutularak, yemek yedirilir. Mezar taşlarının da ayrı bir tarihi vardır. Yaşlıların taşlarında kişilikler, gençlerin de dünyaya doymadığının özlemi vardır. Kimisi ecelinden, kimisi umulmadık bir olaydan göçüp gitmiştir. Bu mezar taşlarını okuyanlara gözyaşı, derin bir düşünce uyandırır. Taşlarda dilekler, istekler de vardır. Demek ki, mezar taşları tarih yaprakları, geçmişten gelen bir edebiyat sayfalarıdır. Tarihin unutulmuş sayfaları bile vardır bu mezar taşlarında. HAZIRLAYANLAR: |