ROMANYA TÜRKLERİ

SİNAN UYĞUR

turkiyat@mynet.com

ana sayfa tarihleri dilleri edebiyatları gelenekleri iz bırakanlar tarihî yerleri yerleşim yerleri bağlantılar

 

2005 Haziranında Mecidiye'de yapılan Tatar güreşlerinden 

 

ROMANYA’DA YAŞAYAN TÜRK VE TATARLAR HAKKINDA KISA BİLGİLER

 Romanya’nın Tuna ile Karadeniz arasında bulunan Dobruca bölgesinde Romenlerle birlikte Türk asıllı ahali: Güney, yani Anadolu ve Rumeli Türkleri ile Kuzey, yani Kırım ve Bucak Türkleri-Tatarlar yaşamaktadır.

Çeşit türlü diyarlardan zaman zaman büyük kafileler halinde göçerek Dobruca’ya yerleşmiş olan Türk aşiretleri (Türkler ilk kez 1262 yılında Sarı Saltuk Dede zamanında; Tatar Türkleri ise XI. yüzyılın ikinci yarısından XIX. yüzyılın  son çeyreğine kadar) gelmişler ve kendileriyle birlikte çıktıkları diyarların şive, örf-adet ve gelenekleriyle birlikte, kendilerine çok zengin olan sözlü halk edebiyatı ürünlerini de getirmişlerdir.

Maddî ve manevî değerlerini içeren, yani düşünce, fikir görüşleri, inanç, din ve adetleri kapsayan yerel Türk kültürümüz oldukça zengin ve büyük önem taşımaktadır. Bu açıdan hareket ederek, biz, önümüzdeki derslerimizde Romanya’da yaşayan Türk ve Tatarların kültür, düşünce ve zihniyet özellikleri üzerinde duracağız. Kültür, düşünce, inanç ve gelenek dedidiğimiz zaman bu iki toplumun yüzyıllar boyunca yarattıkları kendilerine has, özgün folklor ürünleriyle birlikte, onların gelenek, görenek içinde nasıl yaşadıklarını, bunları ne gibi şartlarda muhafaza ettiklerini de izleyeceğiz.

YÜZYILLAR BOYUNCA ROMANYA’DA YAŞAYAN TÜRK VE TATARLARIN GELENEK, ADET VE TÖRELERİ

 Dobrucalı Türk ve Tatarlarda eskiden kalmış, saygın tutulmuş ve kuşaktan kuşağa iletilmiş olan geleneklere büyük değer verilmiştir. Bu geleneklere dayanan veya bunlarla ilgili olan eski adetler temelde toplum veya halkın yaşadığı hayatıyla doğumdan ölüme kadar geçen süre içindeki geçim şartlarıyla bağlıdır. Canlılıkları ve hareketleri, güzellik ve değişik olma nitelikleriyle bir toplumun yaşamasını sağlayan adetler zaman ve mekan içinde kişiye seslenmiş, kişi ise doğa ve çevre içinde bunları “ölümden” kurtarmış ve genellikle köy ve kasaba evlerinde, insanoğlunun yaşadığı yerlerde doğmuş, dallanmış, yeni kuşaklarla birlikte canlılığını yitirmemişlerdir.

Demek, insanların hayatını, iç dünyasını her zaman doğa, çevre ve din etkilemiş. İnsan-doğa-din ilişkileri ve deneme neticesinde doğan türlü gelenekler var olmuş. Bu nedenle, eski gelenekler ve adetler, alimler tarafından birkaç bölüme ayrılmıştır:

I.    Türklerin sürdürdükleri hayatlarıyla ilgili adetler:

A.            Yaptıkları işlerle ilgili olanlar

B.            Hayatlarıyla ilgili olanlar

C.            Dobruca Türlerinde ahlak ve kurallar

II.   Dinî adetler:

A.            Ramazan Bayram Adetleri

B.            Kurban Bayram Adetleri

III. Dinî olmayan adetler:

A.            Nevruz adetleri

B.            Tepreş (Hıdırlez) adetleri

IV.           Doğumla ilgili adetler

V.Düğün adetleri

VI.           Ölümle ilgili adetler-merasimler

 

TÜRK VE TATARLARIN SÜRDÜRDÜKLERİ HAYATLARIYLA İLGİLİ ADETLER

 

A-            YAPTIKLARI İŞLERLE İLGİLİ ADETLER

1.             Çiftçilik: Dobruca Türklerinin birçoğu köylerde yaşar ve çiftçilik yapar. Onlar her türlü toprak ürününü yetiştirirler. Bostancılık, bağcılık, bahçecilik ve tütüncülük işleriyle uğraşılar.

Türklerin yaptıkları ve çifçiliğin ayrılmaz kolu saydıkları bir iş de koyun, keçi (eşkĭ), at ve büyükbaş hayvan yetiştirmektir. En çok sevip yetiştirdikleri hayvan da attır.

2.             Ticaret: Kasabalarda yaşayan Türk ve Tatarların büyük kısmı ticaret, zanaat, esnaflık ve küçük bir kısmı da çiftçilik yapmakla geçimlerini sağlarlar.

Yaptıkları ticaret: bakkalcılık, dericilik, yemişçilik, sebzeciliktir.

Eskiden Köstence, Mangalya iskeleleri ile Tuna kenarındaki iskelelerde zahire ihracat yapmış büyük Türk tüccarları olmuştur. Şimdi bu ticaret yapılmaz.

3.             El Zanaatları: Türk ve Tatarların köy ve kasabalarda işledikleri başlıca zanaatlar şunlardır: çarkçılık, kunduracılık, terzilik, berberlik, demircilik, marangozluk, araba ustalığı, kürkçülük, kasaplık, aşçılık, kahvecilik, nalbantlık gibi  küçük el zanaatları ve esnaflıktır. Büyük şehirlerde, fabrikalarda, imalathanelerde işçi olarak çalışırlar. Son 40 yıl boyunca Dobruca’daki Güney Türkleri (Tatarlar) arasından öğretmen, doktor, mühendis, memur yetişenlerin sayısı çoktur.

B-           DOBRUCA KÖYLERİ VE EVLERİ

             1.             Köyler: Dobruca’daki Türk ve Tatar köyelerinin evleri çoğunlukla geniş bahçe içinde ve birbirine uzak mesafelerde bulunur. Köy sokakları düzgün, temizdir. Köyler dere kenarına veya yakınına inşa edilmiştir. Görüntüleri güzeldir. Su ihtiyaçları çeşme veya 5-10 metre derinlikte bulunan kuyulardan sağlanır. Köyler, genel olarak birkaç mahalleye bölünür. Herbir mahallenin adı, hocası, camii, okulu, öğretmeni ve odası bulunur.

Köylerin evleri basık ve üstleri toprakla örtülüdür. Karışık ve sıktır. Köyün orta yerinde bir küçük meydan vardır, buna tuwar catagı denilir, buraya köyün bütün inekleri, at ve davarları toplanır ve buradan otlağa götürülür.

2.             Evleri: Çitten ve kerpiçten yapılır. Az olsa da tuğla ve taştan yapılanlar vardır. Evlerde iki oda bulunur. Biri oturma ve yemek odası, diğeri misafir ve yatak odası. Bu iki oda arasında bir sofa bulunur. Her evin mutfağı/aşkanası evin ön cephesinde, bahçenin bir tarafındadır. Mutfağın yanında peş/peç diye bilinen ekmek pişirme fırını bulunur. Ekmek tandırda pişirilir. Tandırda tezek ve saman yakılır. Bunun yanında küçük minderler vardır.

Evlerin önlerinde çiçek bahçesi, arkasında ise kora adlı yemiş, sebze bahçesi bulunur. Genel olarak evler güneye bakar. Kapılar ve pencereler büyük değildir.

3.             Evlerin iç döşemeleri: Tatar evlerinin iç döşemesi şöyledir: Dış kapıdan ayata girince karşı divanın dibinde birkaç ince minder, ayatın ortasında hasır veya kilim döşenir. Ayattan içeriye, yani kapının arkasından başlayarak hasır ve kilim döşenir. Kenarlarda, duvara dayalı yastık ve minder serilir. Bir sedir sandık üstüne örtülür, minderler ve yastıklar oturtulur.

 4.             Türk kıyfetleri: Türk kadınları ev içinde don (şalvar) ve uzun entari giyerler: başlarını şal veya marama ile örterler. Eskiden, sokağa çıktıkları zaman kara bir ferece veya çarşaf giyerlerdi. Bir erkek görünce yüzlerini kaparlardı. Tuna boyunda yaşayan Türk kadınları sokakta renkli don giyerler ve başlarına çizgili örtüyü alırlar. Ayaklarına kundura veya pabuç giyerler. Süslendikleri vakit boyunlarına altın dizileri takar ve başlarına oyalı ve ipek çember bağlarlar.

Kırım Tatarlarının giyinme tarzları başkadır. Erkekler don ve pantolon giyerler. Bellerine düz beyaz veya kırmızı yün kuşak sararlar. İhtiyarlar başlarına fes giyerler ve üzerine renkli kısa bir sarık sararlar. Kışın hırka, cepken veya ton giyerler. Ayaklarına çizme (etik), başlarına koyun derisinden yapılmış kalpak (börk) giyerler.

Tatar kadınları paşalı dedikleri uzun entari giyerler. Sonra ipek kenarlı gömleğinin üstüne uzun, dar, kollu, uzun etekli, göğsü açık, kenarları ipek veya sırmalı kumaştan dikilmiş bir entari giyerler. Buna kaftan denir. Yaşlı kadınlar başlarına marama, bayırbaş veya cülbez denen beyaz veya krem renkli ipekle işlenmiş ince ve zarif örtü koyarlar. Kadınlar bellerini gümüş düğmeli, sırma ile örülmüş kuşak bağlarlar. Buna Kavkaz kuşağı denir.

Birinci Dünya Savaşı’na kadar Kırım kıyafeti muhafaza edilmiş. Bundan sonra bu güzel kıyafet kaybolmuş. Zaman ilerledikçe modern kültür ve adetlerin yayılması ve genelleşmesi ile eski kıyafetler de değişmiş ve başka şekiller almıştır.

 

A-            DOBRUCA TÜRKLERİNDE AHLAK KURALLARI

 

1.             Ahlak kuralları: Bütün Türklerde olduğu gibi, Dobruca Türklerinde de aile teşkilatı, en yaşlı ve ihtiyar erkeğin, kartbaba, dedenin veya babanın idaresi ve otoritesi temeline dayanır. Bunlar bulunmadığı ailelerde hüküm ve otorite yaşlı kadınları, yani kartana, ninelerin veya analarındır. Bu ihtiyarlar sağ kaldıkça, çocuklar ve torunlar, çoğunlukla, bir arada, koranta karaldısında yaşarlar ve çalışırlar. Ana ve babalarının sağlığında evlenmiş gençlerin bile aile topluluğundan ayrıldıkları seyrek olan bir iştir. Buna Tatarlarda kazan ayırma denir. Bu bir merasime bağlıdır. Hoş karşılanmayan bir olay sayılırdı. Bu tutum eski bir adettir, zorunluluğun ve düşünüşün icabıdır. Aile sevgisi, dayanışması, ekonomisi ve menfaati bunu gerektirmektedir. Çiftçeiler için tarlanın geniş ve bol olması, at ve hayvan sürülerinin yüzlerce sayıldığı çağlardan kalma bir gelenek ve alışkanlıktır. Bu zenginliği, varlığı idare etmek için kol ve kafa kuvvetine ihtiyaç olan devirlerinden kalma bir adettir.

Bu düşünce ve alışkanlık geleneği içinde olan ailelerden meydana gelen toplulukları, köylerde yaşayan yaşlı ve ihtiyar erkekleri içerek meclisler tarafından idare edilirdi. Meclisin üyeleri köyün namuslu, şerefli, doğru, akılıl, okumuş, tecrübeli ihtiyarlarından seçilir. Meclisin kararına hiç kimse itiraz edemezdi.

2.             Saygı kuralları: Dobruca Türkleri yaşlılara, ihtiyarlara, kartlara karşı kadın veya erkek olsun, çok saygı gösterirler. Misafirlikte, toplantılarda, evinin en iyi yerine (törüne) köyün hocası, öğretmeni, bunların yanına misafirler, bunların yanlarına da yaş sırasına göre yaşlılar otururlar. Gençler yaşlı erkek ve kadınların ellerini öperler. Gençler, genellikle, yaşlı kişilerin yanında bağırıp çağıramazlar, yüksek sesle konuşmaz ve gülüşmezler, sigara ve içki içmezler. Toplantılarda arka sıralarda otururlar. Ayakta kalanlara kalkıp yerlerini verirler. Söz sırası gelmedikçe konuşmaz, konuştukları zaman ise yaşlılara karşı saygı ve nezaket göstererek konuşurlar.

Dobruca’daki Türk ve Tatarlar adet ve geleneklerine bağlıdırlar. Muhafazakar ve dindardırlar. Halk dilinde yaşatılan atasözleri bunlar arasında en kuvvetli vecizeler ve prensipler olarak saygı görür ve yaşatılır: Kartlar sözü, kitap sözü, derler. Doğruluğu, komşuluğu, ciddiliği sever ve takdir ederler. Çalışkan oldukları için tembelleri sevmezler.

Türk toplumu toplu halde kadın ve erkek bir arada eğlenmeyi, millî müzik ve oyunlarda neşelenmeyi severler. Akrabalar ve dostlar, kış mevsiminde, kendi aralarında ziyaretler tertip ederler. Kasım ayından Mart ayına kadar süren dört ay, kış mevsimi, çiftçi köylülerinin işsizlik, rahatlama, misafirlerleşme ve evlenme mevsimidir.

İlkbaharda tarlalar sürülür, tohumlanır; mısır, bostan ekimleri; toprağın çapalanarak yabanî otlardan temizlenmesi, koyunların kuzulaması, kırkılması, kısrakların kulunlaması, ineklerin buzağılaması gibi köy işleri başlar. Bu işlerden dolayı köylülerin hiç boş vakitleri yoktur. Ancak kış mevsiminde eğlence, toplantı, düğünler yaparlar. Dobruca Türklerinin bu güzel, iyi ahlâk ve saygı kurallarının bazıları hala daha muhafaza edilir. Millî vasıflarını ve karakterlerini korumak ve kurtarmak, bunun gibi geleneklerinin büsbütün yok olmadan korumak için en gerekli ve faydalı tedbirlerinin alınması gerek.

II. DİNÎ ADETLER  

A-            RAMAZAN BAYRAMI

Din, insan ve cemiyetin temel kavramlarından biridir. Tarihin her döneminde etkin bir güç olarak kendini göstermiştir. Her kültür ve medeniyetin (uygarlık) kendine mahsus bir din anlayışı ve tatbikatı olmuştur. Mesela, İslam dinini kabul eden Türk halkları için (X) din Allah tarafından konulan ve peygamberler vasıtasıyla akıl sahibi insanlara tebliğ edilen, onlara dünya ve ahiret saadetinin yollarını gösteren bir müessese olarak tarif edilmiştir. İslam dinine inananların iki kutsal bayramları vardır: Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı.

1.             Ramazan Bayramı adetleri: Küçük Bayram veya Şeker Bayramı olarak bilinen Ramazan kamerî ayların dokuzuncusudur. Müslümanlarca en mübarek sayılan aydır. Zira Kur’an-i Kerim bu ayda nazil olmaya başlamış ve her Müslümanın bu ayda oruç/oraza tutması emredilmiştir. Kelimenin kök anlamı hakkında çeşit görüşler vardır: çok sıcak olmak, çok ısıtmak, yakmak vb. Ramazan kelimesinin Cenab-ı Hakk’ın güzel isimlerinden olduğu ve “günahları yok edici” anlamına geldiği de rivayet edilmektedir.

Müslümanlarca mübarek sayılan Kadir Gecesi de bu aydadır. Oruç açmaya yemeye iftar; yatsı namazından sonra Ramazan boyunca kılınan 20 rekatlık namaza teravih denir.  Gecenin sonuna doğru kalkıp yenilen yemeğe sahur/temeş denir. Bereket, rahmet ayı olan Ramazan İslam aleminde büyük ir saygı ile karşılanır. Eskiden beri Müslümanlar bu ayda ibadet ve inançlarını arttırırlar.

2. Dobruca Türk ve Tatarlarının halk edebiyatında Ramazan: Dobruca Türklerinin hayatında geniş bir yeri olan Ramazan ve bununla ilgili gelenek, inanç, günlük hayat, ibadet, folklor sahalarında zengin bir kültür birimine sabep olmuştur. Halk şairlerimizi, ozanlar, kedaylar bu ayı vesile bilerek birçok şiirler icat etmiştirler. Bunların en güzel örnekleri şunlardır: Şeremezan, Elvida, Sarı Eşkĭ/Keçi, Ey Şuwal, Teravi Cırı ve başkaları.

Şeremezan (Şehr-i Ramazan): Ramazan ayının 15. gecesine kadar, teravi namazından sonra, gece yarısında gençler, guruplar halinde, ev ev yürüyerek Şeremezan söylüyorlardı. Şeremezan söylemek Ramazan ayının doğduğunu haber eder ve müminleri dua yapmalarına teşvik ediyordu.

Şeremezan ayları tuwdı ferman

El köterĭp duwa kılmak canga derman.

Ol Muhammed Mustafa’ga bĭzden selam.

  Ya, Muhammed, Medine’de ya, Şeremezan.

Elvida/Elveda: Ramazan ayının son haftalarında, iftardan sonra söylenirdi. 10-15 genç evleri dolaşır ve güzel bir sesle Elveda’yı okurlardı.

Konuk idin bize bir ay

Şimdi bizi terk ittin.

Zikir, tesbih hem teravi

Elveda: artık gittin.

Teravi, Temeş gibi şiirler de 1935-1950 yılları arasında Dobruca’da Tatarların yaşadığı köylerinde Ramazan ayı boyunca, daul, zurna eşliğinde, müminleri temeşe yani sahura uyandırmak için söylenirdi.

4.             Ramazan Bayramı mani ve türküleri: Ramazan’ı şenlendiren diğer bir şiir türü de Ramazan türküleri ve manileridir. Dobruca Türklerinde bayramın ilk günlerinden başlayarak son günlerine kadar eskiden mani/mane ve türkü yırlamak adeti vardı. Söylenilen mani ve türküler içinde tarihî, siyasî, edebî gibi pekçok özelliğe açıklık getiren mısralar vardır. Eski gelenekleri, zevkleri, eğlenceleri anlatan Ramazan türküleri ve manileri Türk ve Tatar folklorcular tarafından derlenmiş ve ayrı eserler içinde yayımlanmıştır. (Ahmet Naci Ali Cafer, Mehmet Ali Ekrem, Enver ve Nedret Mahmut)

Ramazan manilerinden iki örnek:

Karadeniz boyunda

Kalaylarız kazanı

Ey kız, senin derdinden

Tutmadım Ramazan’ı

 

Geldi mah-ı Ramazanım

Şad oldu sevindi canım

Ramazan-ı şerefiniz

Mübarek olsun sultanım

 

Türkü

Ne uyursun, ne uyursun

Şu uykudan ne bulursun?

Al abdestin, kıl manazı

Cennet-Ala’yı bulursun.

 

İşte geldi Ramazan ayı

Hazırlayın maramayı

Alla kabul eder bu ay

Okunan her bir duayı.


Sadece Ramazan ayında okumak üzere Dobrucalılarda ilahiler de mevcuttur. Camilerde okuann ilahiler genelde ağır ve sanatkarane eserlerdir. Bunlarda bulunan hareketlilik ve canlılık özel bir unsurlar ile ele alınmıştır. İlk on beş gecede okunanlar Merhaba, daha sonra okunanlar ise Elveda nakaratını taşır.

 A-    KURBAN BAYRAMI ADETLERİ  

Kurban Bayramı kutlamaları: Dinî bakımdan çok önemli olan ve türm Türk halkları tarafından kutlanılan ikinci bayram Kurban Bayramıdır. Büyük Bayram diye de bilinen ve kutlaması dört gün süren bu kutsal bayram da Dobrucalılar tarafından büyük bir saygı ile karşılanır.

Herkes bu bayramda dinin buyruğunu yerine getirmek için kurban keser ve yoksullara dağıtır. Kurban edilecek hayvanlar birkaç gün önce hazırlanır. Kurbanlar “ölüler” için ve “diriler” için olarak bayramın ilk günü, hoca dua ettikten sonra kesilir. Ölüler için kesilen kurbanın hepsi yoksullara, dul kadınlara, kimsesiz ailelere dağıtılır. Diriler için kesilen kurban ise ev sahibine kalır.

Mübarek bayramın ilk günü çocuklar ellerinde torbalarla ev ev gezerek bayramı kutlar ve ev sahiplerinin, yaşlıların ellerini öperler. Torbalarına meyve, para, şeker, ceviz, elma koyarlar.

Bayram günleri ölüler ziyaret edilir, para, yiyecek dağıtılır, sonra bayramlaşmak veya bayram kutlumak için akrabalar, dostlar, birbirlerini ziyaret eder, eğlenir, neşeli sevinçli bir ortam içinde bayramı tebrik ederler.

Dobrucalı Türk ve Tatarların adetlerine göre, bu iki bayram için her aile özel yemekler hazırlar, çocuklar için yeni elbiseler satın alınır; şeker, kahve, meyve gibi tatlılar da her bir ailenin evinde bol bol bulunur.

 

III- DİNî OLMAYAN (LAİK) ADETLER

 

1.             Nevruz/Nawrez: Farsça nev “yeni” ve ruz “gün” kelimelerinin birleşmesinden oluşur. Yeni yıl demektir. Eksi İran takvimine göre “yılbaşı” baharın başlangıcı olup aynı zamanda bayramdır. Nevruz/Nawrez Mart ayının 21. gününe tesadüf eder. Bu gün gece ile gündüz eşit olur.

Türk topluluklarında, bu sırada Dobruca Türk ve Tatarlarında, bu bayramla ilgili olarak çeşitli gelenekler meydana gelmiş ve bunların bir kısmı halen yaşamaktadır.

Kıştan kurtulma ve bahara kavuşma günü olarak karşılanan nevruz, Dobrucalılar arasında da çok eskiden beri bazı merasim ve adetlerle kutlanan günlerden biridir. Eskiden, nevruz günü yaklaşırken hazırlık yapılır, evler temizlenir, yeni elbiseler alınır ve en önemlisi kırlara çıkılırdı. Kırlara çıkma adeti bugün aynı şekilde devvam ettiğini görüyoruz. Dobrucalıların en çok çıktıkları yerler Asanşı, Nurbat ormanlarıdır. Cemaat yiyecek, içecek getirir, çalgıcılar toplanır, çocuklar çeşitli oyunlarla nevruzu neşe, eğlence dolu bir bayram günü gibi kutlarlar.

İran ve Türk edebiyatında çok önem verilen nevruz gününün doğşu hakkında birçok rivayet bulunmaktadır. Bu rivayetlere göre:

-                 Hz. Nuh’un tufandan sonra gemiden inip yere bastığı gün nevruzdur.

-                 Hz. Yusuf’un atıldığı kuyudan çıkarıldığı gün;

-                 Hz. Musa Kızıl Deniz’den nevruz günü geçmiş;

-                 Bir balık tarafından yutulan Hz. Yunus, bu gün karaya bırakılmış.

Türklerin bir rivayetine göre onlar Ergenekon dağlarından bu gün çıkmışlar ve bunu bayram olarak karşılarlar.

 

2.             Dobrucalıların halk edebiyatında Nevruz: Dobrucalıların eski halk edebiyatında mevsimleri, bayramları, toplum hayatında önem verilen günleri şiirlerle karşılandığı, dörtlüklere, türkülere, beyitlere bunların konu edildiği görülür.

Nevruz’da baharın gelişi münasebeti ile söylenen şiirlere Nevruziye denirdi. Dobrucalılarda mevcut olan nevruz türküleri genellikle, tebrik maksadını taşırlar.

Tatarlarda ilkbaharı müjdeleyen çiçeğinin adı akbardak olsa bile, onlar da Türkler gibi nevruz çiçeğine nawrez derler. Adetlerimize göre, bu münasebetle, üç gün boyu çocuklar, gençler ellerine nevruz çiçeği –nawrez- ve yeşil dallar alarak, ev ev dolaşarak nevruz türküleri/cırları söylerlerdi. Bol hediyeler ve para toplayarak, bunları hayrat için kullanırlardı.

Nevruz türküsünün birkaç şekli halen halk arasıda yaygın olduğunu görmek mümkündür. Burada pek yaygın olan bir dörtlüğünü Türkçe, başka bir şeklini de Tatarca sunuyoruz:

 

Nevruz Türküsü

 Bismillahi vessafa

Fahri alem Mustafa

Ümmetine kıl vera

Haza nevruzum mübarek

 

Nawrez Cırı

 

Nawrez keldĭ körĭñĭz

Körĭmlĭgĭn berĭñĭz

Cennet bolsın cerĭñĭz

Aza, nawrezĭm mübarek


Nakarat gibi tekrarlanan dizi Türk ve Tatarlarda ayni olduğunu fark etmek mümkündür.

4.             Hıdırellez/Kıdırlez adetleri: Dobruca Türk-Tatarlarında Hıdırellez/Kıdırlez veya Tepreş adını taşıyan gelenek 6 Mayıs gününde uygulanan sayılı günlerden biridir. Takvimî bilgilerde bu güne Ruzî Hızır denir ve yaz mevsiminin başlangıcı sayılır. Eskiden mevsimler yaz ve kış olarak iki dönemli olduğu bilinirdi. Yaz, 6 Mayıs ile 7 Kasım tarihleri arasında 186 gün, kış ise 8 Kasım ile 5 Mayıs arasında kalan 179 gün sürer.

 Hızır kelimesi sözlükte yeşillik, çayır, çimen, yeni yetişen fidan manalarına gelir. Bu sebeple Hızır, yani Hıdırlez/Kıdırlez yeşillik günü demektir.

Hıdırlez çok eskiden gelen bir gelenektir. Günümüzde de canlılığını koruyan bu adete göre bu günde Hızır Peygamber ile İlyas Peygamber buluşur ve onların bastıkları yerlerde yeşillik hasıl olur. Bu buluşma baharın başlangıcını oluşturduğundan bir bayram olarak ele alınmıştır.

Dobrucalılar bu günde önce ölüleri ziyaret eder, yoksullara para dağıtılır, dua okutulur, sonra Nurbat veya başka yerde bulunan kırlara ve ormanlara çıkıp, yiyip eğlenir ve keyiflenirler. Bir gün önce kadınlar Tatarlara has olan kalakay, köbete, cantık hazırlar ve bunlar dost ve akrabalarla birlikte yiyilir. Neşeli ve hoşça vakit geçirilen bir bayram günüdür.

3.             Sabantoy/Saban düğünü adeti: Sabantoy, Ey Şuwal, Cawın Cırı/Yağmur Türküsü gibi eski, geçmiş yıllarda toplum tarafından uygulanan gelenekler ve geçmiş adetler hakkında bilgileri bugün halk edebiyatımızda mevcut olan türküler, cırlar, maniler iletmiştir.

Sabantoy/Saban Düğünü geleneğini iki kıtadan oluşan bir türkü hatırlatır. Türkü hepimize bu günü selamlar. Tarlayı ekilir duruma getirmek için yapılan işlere bağlı olan saban düğünü kıvanç ve hizmet, çalışma gününü temsil eder. Düğün ise türkü, mani söyleyerek zevk ve şenlik içinde geçer.

Ambarlar tarlalardan toplanan ekinlerle doldurulduktan sonra, kır işleri sona ermiş ve köylüler memnunluk içinde yaşadığı mübarek günleri tören yaparak kutlamışlar. Dobruca Tatarlarında Ey Şuwal/Hey Kapşık adeti işte bu günlerde var olmuş. Eskiden bu geleneğin Dobruca’da nasıl uygulanırdı: birkaç delikanlı ev ev gezerek Ey Şuwal türküsünü yırlarmış. Bir genç başına bir şuwal/kapşık giyer, toprak üstüne yuvarlanır ve türlü türlü hareketler yaparak kişileri güldürür, eğlendirir, hoş ve güzel saatler yaşanırdı.

Evcil hayvanlar bakma ve yetiştirme işi ile ilgili olan bu adeti Sarı Eşkĭ/Sarı Keçi ve Sıyıldamay yırları hatırlatır. Bu türküler bahar aylarında, hayvanlar yavruladıkları haftalarda erkek çocuklar tarafından söylenirmiş. Ramazan aylarına rastlayan yıllarda Şeremezan, Elvida ile birlikte bu iki türkü de yırlanırmış.

 5.             Yağmur duası ve geleneği: Kuraklık zamanlarında yağmur yağması için halkın topluca Tanrı’ya yalvarması geleneği de Dobruca Türklerinde önemli adetlerden birini oluşturur. Yağışsız geçen yaz aylarında, cemaat, okul çocukları ve gençler yağmur duasına çıkarlardı. Dua, ekseriyetle mezarlıkta, kırda veya da cami avlusunda uygulanırdı. Başka dinî adetlerimizde olduğu gibi, yağmur duasında okunan dualar Arapça söylenirdi. Mesela, bütün cemaatin hep bir ağızdan, ilahi şeklinde söylemiş olduğu bir duanın girişi, bir mukaddime şeklini alır ve:

Mevlaye salli ve sellim dahi men ebeda,

Alâ habibike hayril halki küllihimi...

Hocalar ellerini kaldırarak dua okudukları zaman, çocuklar avuçlarını, her duada olduğu gibi, yukarı doğru açmaz, tam tersine, ayarı yumulmuş elleri yere, toprağa doğru tutarlar. Bunun manası da yağmurun yere yağmasını belirten dileklerini ifade etmiş olurdu.

Bu duadan sonra herkes evden getirdikleri içecek ve yiyecekleri bir yere toplar ve sofrayı birlikte yaparlardı. Sofra duası da okunduktan sonra herkes memnun bir tavır alır ve evlerine dönerlerdi.

Dobruca’nın bazı köylerinde yağmur duasının başka bir şekline rast geliriz. Sütkadım diye bilinen bu adet ekseriyetle 10-12 yaşlarında erkek çocuklar tarafından uygulanır. Çocuklar, akşama yakın saatlerde, türlü renkte el işlemeleriyle süslenmiş bir ağaç dalını ellerine alarak, ev ev gezerek Sütkadım türküsünü söylerler. Yır bittikten sonra ev sahibi çocukların üzerine su atar ve para, meyve hediye ederlerdi.

Eski çağların gelenek, örf ve adetleri ölçüsüz derecede güzel, çekici, alımlı ve güçlü nitelikler taşıdığını görmekteyiz. Halkımız tarafından yaratılan ve ona özgü düşünce ve gelişme süreci içinde var olan ve uygulanan tüm bu adetleri korumak ve onların bütünlüğünü sağlamak gerekmektedir.

VI- DOĞUMLA İLGİLİ ADETLER

1.             Doğum öncesi adet ve gelenekleri: Dobrucalı Türklerin doğumla ilgili töre ve adetleri diğer Türk halklarının adetleriyle aynı veya çok az farklıdır. Bir kadın evlendikten sonra anne olacağını duyunca büyük bir merak ve telaş içinde yaşar. Doğacak bebek için o anne ve yakın akrabalarıyla birlikte elbiseler hazırlamaya başlar. Her türlü iç giyim eşyası, elbise, libas, hafif ve türlü biçimlerde terlik, çeşitli ipliklerden örülü çorap, başı korumak için ince kumaştan ve çoğunlukla yarı yuvarlak biçimde hazırlanan takke ve yeni doğan bebekler için gerekli olan tüm eşya hazırlanır. Elbiseler genellikle, beyaz ve kırmızı olur. Kızlar için kırmızı, erkek çocuklar için mavi renk seçilir.

Günümüzde en önemlisi çocuk için ad bulmaktır. Anne, baba, akrabalar birkaç ad teklif ederler, ancak beğenileni seçilir. Bazen çok yakın akrabaların adlarının taşınması  da uygun görülür.

Eskiden, kadın evde doğum yapardı. Ona ebe veya ebenay yardım ederdi. Günümüzde annler yavrularını hastanede doğuruyor. Eve gelince çocuk hemen bir komşuya veya akrabaya götürülür. Sanki onu satın almış gibi bu akrabaya çocuğun annesi para verir. Sonra kendi evine gelir. Bu çok eski bir gelenektir.

Hamile kadın doğuma yakın bir zamana kadar çalışır, ancak ağır işler yapmaz. Doğum sancıları başlar başlamaz aile üyeleri sevinir ve heyecanla çocuğun doğmasını bekler.

2.             Doğum sonrası adetler: Bir kadın doğum yaptıktan sonra 40 gün evden çıkmaz. Loğusa olarak evde kaldığı zaman o kırk gün, her akşam, bebeğini yıkar. Bu yıkamada sabun, şampuan gibi malzemeler kullanılmaz. Sadece yumurta, zut ve ılık su ile yıkanır. Ömrü uzun, zengin ve şanslı olması için ilk yıkanma suyuna altın, para, yün ve yumurta kabuğu konur. Bunların anlamları şunlardır: Yumurta kabuğu gibi mikroplara karşı dayanıklı olma dileği; altın ve para ise zenginlik ve şanslı olma anlamına gelir; yün ise uzun ömür, yaşama dileğini arzeder.

Kırk gün sona erdiği zaman, anne kırk günlük çocuğu ve iki yaşlı kadınla (kaynana, anne veya akraba) kırklama denen işleme başlarlar. Yani anneyi yıkarlar. Yıkayanlara hediye olarak çember, başörtüsü veya maraba verilir. Kırklama tamam olduğunda anne ilk kez çocuğunu gezmeye çıkarır. En uzak mesafede bulunan bir akrabanın evine gider. Akrabalar en küçük konuklarını hediyelerle bekler.

Dobruca Türk ve Tatarlarında doğumla ilgili ad takma, loksa cıyın/loğusa şenliği ve tĭş müsĭr/diş misir gelenekleri mevcuttur.

 3.             Doğum sonrası adetler: Doğum yapan kadın ve bebeği kötü ruhlardan korumak maksadıyla halk tarafından bazı inanç ve ırımlar yaratılmıştır. Bunların şeytan, peri, albastı, al karısı gibi ruhlarla ilişikileri vardır.

Albastı: Halk inançlarına göre, bu varlık yeni doğan bebeği ve anneyi öldürürmüş. Bu nedenle onlar evde tek başlarına bırakılmamalıdır. Albastılar yalnız Kur’an’dan korkarlarmış.

Peri: Doğaüstü güçleri olduğuna inanılan ve dişi bir varlık olan periler, Türk folklorunda iyiliği temsil eder. Dobruca Türklerinde ise kötülük yapan varlık olarak geçer. Bu inanca göre, periler loğusanın yanına sadece gece gelir ve evde tek başına kalan ane ve bebeğe musallat olur. Yine, başka bir inanca göre periler loğusa kadınların omuzlarına konar ve bunlara sonsuz ve çeşitli işkenceler yaparmış. Anneyi istediği yerlere götürür. Anne ise onlara karşı hiçbir şey yapamaz veya karşı koymaya gücü yetmez. Bu işkence ancak odaya veya annenin yanına elinde Kur’an olan biri girerse, o zaman bitermiş. Eğer de hiçbir kimse gelmezse, işkence sabaha kadar devam eder ve kadın sağ bırakılırmış. Periler sadece yeni doğan çocuğu kaçırır ve sonradan ciğerlerini söküp öldürürmüş.

Al karısı da loğusalara musallat olan ve onları boğduğu sanılan bir yaratıktır. Ancak kötülük saçan bu ruhlara karşı halk çeşit çeşit önlemler almıştır. Bunların etrafında şu inançlar söylenir: Nogay Türkleri perileri aldatmak için çocuklara gizli bir ad koyarlarmış. Sahte adı yüksek sesle söyler ve periler aldanırmış. Diğer bir inanca göre erkek çocuklarının saçları uzun bırakılır ve kız elbisesi giydirilirmiş. Kızlara ise erkek muamelesi yapılır ve böylece bebekler kötü ruhlardan korunurmuş.

 V- DÜĞÜNLE İLGİLİ ADETLER

 Düğün/Toy öncesi adetler: Dobruca Türklerinde evlenme dolayısıyla yapılan töre ve eğlenceler sevinçli ve telaşlı bir kalabalık içinde geçer. Aile kurma etrafında doğan adet, gelenek ve merasimler tüm bu eğlence, sevinç ve töreleri yansıtır. Evlenmelerde, kız anaları, gelinlik çağına yaklaşan kızına, eş olarak, yakışıklı damadı bekler. Oğlan anaları da oğluna güzel, çalışkan bir kızı arar. Evlenmelerde erkeğin ve kızın fikrine bakılır.

Kız seçimi; kız isteme; nişan töreni gibi gelenkler düğün/toy öncesi uygulanan en eski ve değerli vasıfları taşırlar.

1.             Kız Seçimi: Evlenme yaşına gelen kız ve erkekler, düşüncelerini, aracıların yardımıyla ailelerine bildirirler. Aile, yani ana, baba ve yakın akrabalar, oğullarına hayat arkadaşı olabilecek kızı araştırırlar. Kız evi de delikanlı hakkında gizli araştırmalar yapar.

Adet üzerine kız ve erkeğin seçiminde soy ve sülalenin araştırılmasına özen gösterilir. Yedinci kuşağa kadar inen akrabalar arasıda evlilik yasaktır. İki gencin evlenmelerini yakın akrabalarla görüşüldükten sonra, kesin bir karar alınır. Beğenilen kızı istemek için işe başlanır.

2.             Kız İsteme: Söz kesme, söz bir Allah bir gibi adlarla bilinen bu adet kızın seçiminden sonra başlar. Bu işi kadınlar hem erkekler yapar. Delikanlının tarafından yakın akrabalarından bir-iki dünürcü/cawşı, kızı istemek için onun evine gelirler. Kısa bir sohbetten sonra: “Allah’ın emri, Peygamberin kavliyle kızınızı oğlunuza münasip bulduk, siz ne dersiniz?...” denerek kız istenir. Aynı zamanda gencin hüner ve başka nitelikleri sıralanır. Daha sonra erkekler bir yerde toplanarak gelin için başlık parası ve süt hakkı isterler. Tüm bu adetler uygulandıktan sonra genç evinin uygun bulduğu bir günde nişan günü de ayarlanırdı.

Demek, söz kesiminden sonra nişan töreni/nışan toy hazırlıkları yapılır. Söz kesilmede yani söz bir Allah bir’in belirtisi olan küçük hediyer verilir, sonra sofraya buyur edilirler. Kız tarafından olumlu veya olumsuz cevabı getirecek dünürcüleri delikanlının ailesi büyük bir sabırsızlıkla bekler. Hatta onları kapıda biri gözetler. Geldiklerini görünce haber eder ve bu müjde için bahşiş alır.

Kız isteme/dünürcülük/cawşılık geleneği eskiden Tatarca yazılmış olan tiyatro eserlerine konu olmuştur. Mesela, Necip Hacı Fazıl Cawşılık/Dünürcülük adlı sahne oyununu 1931 yılında yazmış ve bu adetin tüm güzel yönlerini tasvir etmiştir.

3.             Nişan töreni: Nişan töreni veya düğünü için hem kız, hem de gencin evinde hazırlıklar başlar. Bu törene katılanların sayısı büyüktür. Akrabalar, komşular, kız tarafından gelen misafirler ve yakınları katılır.  Nişan töreni kızın ve delikanlının evinde yapılır. Delikanlının ailesi kıza, ana babası ve yakın akrabalarına bir bokça ile satuw/satış hediyeleri gönderir. Kız için hazırlanan hediyeler içinde gelinlik, iç çamaşırı, dış giysileri, ayakkabı, pabuç, takılar bulunur. Kızın annesi bokçadaki hediyeleri komşularına, akrabalarına gösterir. Sonra o da güveye, baba ve annesine, akrabalarına birkaç hediye gönderir. Güvey ve gelinin yakınlarına verilecek armağanlarının üzerine bunların adları yazılır.

Sofraya oturulur. Mevlid ve Kur’an’dan dualar okunur. Hocanın gelmesi şarttır. Eskiden kızın evinde cantık adlı bir hamur aşı hazırlanırdı. Bunlar gelen misafirlere ikram edilirdi.

Düğüne iki üç hafta kala resmi nikah yapılır. Bu törene katılanlara tatlı ikram edilir. Bu nikahtan sonra gençler evli olarak geçerler.

Eski yıllarda, nişan ile düğün arasına kurban bayramı rast geldiği zaman, gelinin evine kurbanlık güzel, renkli ipliklerle süslenmiş bir koç hediye edilirdi. Eğer de nişan ile düğün arasında bir zamazan bayramı kutlanırsa, o zaman kız marama, çember, etek, gömlek, çorap , ayakkabı, kahve ve başka şeyler kabul ederdi. Kızın ailesi de güveye iç çamaşırı, gömlek, ayakkabı, mendil gönderirdi.

 V. DÜĞÜNLE İLGİLİ ADETELR

 Düğün günü adetleri: Tatarlar düğüne toy derler. Toy, toymak-doymak fiilinden yapılmış bir isimdir. Çünkü, adet olarak, düğünlerde çok yemek hazırlanır, yedirilir ve herkes çağırılır. Köylerde, yapılan düğünlerde bütün köy cemaati sofraya buyur edilir ve doyurulur. Düğünü hayırlamaya gelenler de bahşiş getirirler. Düğün dört gün devam eder. Çoğunlukla Perşembe günü başlar, Pazar günü gelinin damadın evine gelmesi ve o akşam gelinin gerdeğe girmesi ile biter. Yahut Pazartesi başlar, Perşembe günü biterdi.

Düğünlerde mutlaka çalgı bulunur. Davul zurna hiç eksilmez. Toy hem delikanlı, hem de kız tarafından yapılır.

Düğün eskiden şöyle ilan edilirdi: Düğün arefesinde, akşam üstü, güneş batmadan önce bir çocuk iyi bir ata biner, dört nala koşturur ve delikanlının babasının adını söyleyerek: “... akaynıñ üyĭne bo akşam köbete pĭşĭrmege”, diyerek çağırırdı. Akraba, dost ve komşu kızları düğünü olan kızın evine toplanırlar ve tandırda köbete pişirirler. Köbete parçalanarak konuklara dağıtılır.

Ertesi sabah çalgı takımının düğün hayırlı olsun türküsü ile toy başlar. Akrabalar, komşular düğüne bahşiş ile gelirler. Gelen herbir tebrikçi özel bir hava ile karşılanır. Düğünün ilk günü bütün akrabalar, ikinci günü köy cemaatine, üçüncü günü dışardan gelen konuklara büyük ziyafetler verilir. Düğünün dördüncü günü üyken toy yani büyük düğündür. Bu gün gelin gelir.

1.             Gelin getirme adetleri: Damadın evine gelini getirmek için kızın anası, yengeleri veya en yakın akrabaları olan kadınlar gider. Bunlara kudagi denir. Gelin ve kadınlarının çevrelerinde en yakın akraba ve dostlar bulunur. Bunlara da kuda denir. Kuda ve kudalar erkek tarafının en saygılı misafirleri olarak karşılanır ve ağırlanır. Gelin, üstü kapalı bir arabayla getirilir. Bu arabaya Mögedek arabası adı verilir.

En iyi ata binmiş iki delikanlı arabanın peşinden hiç ayrılmaz. Düğün kafilesi yol boyunca şu sırayla yürür: en önde birkaç araba kuda, arkalarında birkaç araba kudagi ve en arkada mögedek araba içinde gelin gelir. Kudagilar arabasında gelinin anası da bulunur. O en çok saygı görür ve baş misafir olarak ağırlanır.

Damadın köyüne üç-dört kilometre mesafede, bir berada, gelin alayını damat tarafından gelen delikanlılar karşılar. Bazen bunların arasında güvey/kiyew de bulunur. Kiyew, gelinin arabasını üç kez dolandıktan sonra, atını gelinin kendi eliyle işlediği tokuzu takar ve köyüne döner. Tokuz: gömlek, don, çevre, şal, şerbentı, cayma, çorap, uçkur ve keseden oluşan bir bütündür.

Gelini karşılayanların hepsine ve akrabalık derecelerine göre, gömlek, şal, şerbentı, çevre, mendil gibi bahşişler verilir. Bu hediyeler atların kulaklarına bağlanır. Toy aldı gelenekleri bittikten sonra düğün alayı, yürümeye başlar ve gelin arabası köye girdiği zaman gelinin kalacağı evinin kapısına kadar gider ve burada başka bir gelenek başlar.

2.             Gelin indirme geleneği: Gelin arabasını süren arabacının yanında, gelinin erkek kardeşi veya en yakın akrabası olan bir çocuk boynuana kap içinde bulunan bir Kur’an-i Kerim takıp gelmiştir. Ona bir bahşiş verildikten sonra, arabadan indirilir. Kur’an getiren çocuk indirildikten sonra, yaşlı bir kadın bir tas dolusu kuru yemişi, bir avuç ufak parayı, yağda kızartılmış ufak lokmalarla birlikte gelinin mögedekli arabasının üstünden önce arkaya, sonra sağa ve sola birer avuç dolusu saçar. Çocuklar bu saçılanları kapışırlar. Bundan sonra diğer ihtiyar bir kadın, diri beyaz bir tavuğu, başını bir kanadının altına sokarak, gelinin başından üç kere dolandırır. Buna kakma denir. Bu adetle o gelinin etrafında bulunan kötü ruhları, cin ve perileri kovmuştur.

Bu merasimlerden sonra, mögedek arabasının önünden evinin kapısına kadar örtü tutularak kapatılır. Gelinin ağası veya erkek kardeşi veya en aykın erkek akrabası gelini kucağına alarak arabadan indirir. Götürüp içerde bir köşeye kurulmuş olan gerdeğin arkasına bırakır. Bu olaylar devan ederken halk arabanın etrafına toplanmıştır. Çalgıcılar çağırtı havası çalmaktadır. Fakat gelini kimse görmez. Gelinin eve girmesine kelĭn tüştĭ/gelin indi denir.

Gelin düştükten sonra, çeşit türlü oyunlar yapılır. Gençler tarafından en çok beğenilen güreştir. Güreş havası çalmaya başlayınca güreş de başlar. Güreşi kazanan delikanlı türlü bahşişler kazanır. Bu bahşişlerden en değerlisi de cülde adını taşır. Bahşişler bir uzun sırığın ucuna bağlanır. Güreşi kazanan delikanlı da güreş cüldesini arabaya diker ve köyü dolaşır.

Düğünlerde at yarışı da yapılırdı. Yarışı kazananlara büyük, değerli hediyeler verilirdi.

3.             Düğünün son akşamı adetleri: Düğünün son akşamı gelmiş. Damat bir odanın köşesinde oturtulur. Etrafında akrabaları, dostları ve köy delikanlıları toplanır. Damat ortaya konulan bir iskemleye oturur ve tıraş olmaya başlar. Çalgıcılar tıraş havası söyler. Tıraş bittikten sonra damat, yine çalgı veya ilahi eşliğinde baştan ayağa kadar yeni elbise giyinir. Yeni elbiseleri giydikten sonra eski köşesine oturur.

Bundan sonra kiyew konışması/damadın konuşması denen büyük bir oturum başlar. Bu geleneğe göre toplantıda bulunanlar kartağasından izin alır ve çeşit türlü teklifte bulunurlar. Konuşmalar bir kurala bağlanır ve meclisteki bütün insanlar kartağasını dinlemeye mecburdur.

Büyük bir disiplin içinde geçen bu çok eski gelenek, gençler ve delikanlılar tarafından yaşlılara gereken saygıyı göstermek; izin almadan konuşmamak; doğru hareketlerde bulunmak; yalan söylememek gibi ahlakî kurallara uymakla ilişkilidir.

Son gecenin sabahına karşı kartağası, damadı büyük misafir dediği geline götürülüp teslim edilmmesini emreder. Bu arada herkes ve çalgı susar. Ortalığı derin bir sessizlik kaplar. Sonra damat gerdeğin bulunduğu odaya girer. Güneş doğarken yine kartağası düğünün bittiğini ilan eder. Delikanlılar yarı keyifli bir halde dağılırken çalgı “Ey gaziler yol göründü” şarkısını söylerler.

Gelin Evi: Dobruca Türklerinin adetlerine göre, ev süsleme eşyaları, yani duvara asılan kilim ve halılar, ipek şallar, şerbenti, marama, tokuzlar, kıpalplarla işlenmiş türlü renkli keseler; yuvarlak, dört köşe veya uzun minder ve yastıklar; döşek, yorgan ve çarşaflar, hepsi gelin tarafından getirilirdi. Bu ev cihazlarıyla süslenmiş odalar, iki veya üç, bir çiçek bahçesine, bir eşya sergisine benzerdi.

Boş odaları doldurmak için gereken mobilya eşyalarını, yani kanepe, yatak, büfe, koltuk, masa, mutfak eşyası, buzdolabı, çamaşır makinesi ve başkalarını delikanlı tarafının hazırlanması gerekirdi.

Gelinin güzel güzel gergef, tezgah elişleri, damadın hazırladığı modern mobilyalar ile süslenen ev gençlerin gelecekte birlikte hayat sürdürecekleri masaldaki bir sarayı hatırlatırdı.

Şu geleneği de unutmamız gerekiyor. Yeni evlenmiş gelinlerin evleri bütün süsleri ve iç dekorasyon ile altı ay kalmak zorunluğuna ve misafirleri bu odada kabul etmek görevindedirler. Gelini ziyaret eden akraba ve dostlara gelinde bol miktada bulunan bu eşyaları, akrabalık ve dostluk derecesine göre, bir çevre, şelbenti, şal veya tokuz hediye edilirdi. Gelin bu altı aylık süre içinde en iyi ve süslü giysilerini giyer ve konukları böyle karşılar.

Ziyaret eden kadınlar ise süslenmiş odaları dikkat ile gözetledikten sonra, geline övgü yağdırır, onun yeni evinde mutlu yaşamasını dilerler.

 YEMEKLER

 Dobruca’da ve Romanya’nın diğer bölgelerinde yaşayan Türk ve Tatarların kendilerine has yemekleri vardır. Bu yemeklerin temelini et, un, yağ ve yoğurt teşkil eder. Son zamanlarda köylüler sebze yetiştirdikleri için sebzeli yemeklerin de türlüsünü yapar ve yerler. Mesela kabak, biber, patlıcak, patates, ıspanak yemekleri yapılır; ızgara, köfte, kapama, musakka, pilav ve çeşitli sarmalar da sofralardan hiç eksilmez.

Türk ve Tatarlar, bazı özel günlerde bol bol yemekler ve sofralar hazırlarlar. Yaş günleri kutlandığı zaman, diş veya sünnet düğünlerinde, evlenme törenlerinde, Ramazan ayında, iftar ve sahur (temeş)’da, bayramlarda ve çeşitli vesilelerle okutulan dua ve mevlidlerde yemekler hazırlanır. Genellikle, ölüler için okutulan mevlidlerde şerbetin yanında yemek sıralarında helva da ikram edilir.

Bu özel günler için hazırlanan yemekler arasında çorba/toy şorbası, sofranın başlangıç yemeğin oluşturur. Sonra kuru fasulye/bakla ile fırında pişirilen koyun ve dana eti veya kapama, sarmalar, pilav (kuskus veya pirinç), hoşaf, tatlılar (baklava, saraylı, minune, pasta), kahve, sigara ikram edilir.

Eski geleneklerimizi hatırlatan cıyın, talaka gibi delikanlı ve kızların eğlence toplantılarında, Tatar ve Nogaylar köbete, cantık, kĭrde, sarburma gibi hamur aşları hazırlar ve herkes bunları büyük bir iştahla yerdi.

Undan, etten, yağdan yapılan ve sonunda yoğurt, hoşaf veya karpuz ile yiyilen en önemli ve sevilen Tatarların hamur aşı da şiyberek/çiğbörektir. Yabancıların da hoşuna giden çiğbörek gerçekten besleyici ve lezzetlidir.

Dobruca’daki Türkler misafirlerine çeşitli yemekler hazırlar. Bazen bunların çeşidi 15-16’yı bulur.

VI- ÖLÜMLE İLGİL ADETLER

 1.             Cenaze merasimi ile ilgili adet ve gelenekler: Dobrucalılar eski geleneklerine bağlıdırlar. Gelenek, adet ve görenekler bizi beşiğimizde karşılar, mezarımızda bırakır. hayatın önemli dönemlerinden doğum ve evlenmede olduğu gibi, ölüm çevresinde de birçok inanma, adet, töre, tören, ayin, kalıp davranış oluşmuştur.

Ölüm çevresinde oluşmuş ve ölüyle toplum üyelerini ilgilendiren bu adetler ve inanmalar/inançlar ölüm öncesi, ölüm sırası ve ölüm sonrası olmak üzere üç grupta toplanmıştır.

Dobrucalıların halk inanmalarında ölümü önceden haber veren belirtiler arasında hayvarlarla ilgili olanlar büyük bir yer kapsar. Sonra ev, eşya ve yiyecekle ilgili birtakım inanmaların temelinde de ölüm korkusu yatmaktadır. Ay, güneş tutulması, yıldız kayması, gök gürlemesi gibi olaylar da halkın inançlarında çoğu zaman ölümle yorumlanır.

Ölüm olduğu zaman yakınları ağlar. Komşular da ölü evinde toplanarak, ölünün yakınlarının acılarına ortak olurlar. Son cenaze hazırlıkları yapmaya destekçi olurlar.

Ölümden hemen sonra yapılan işlemlerin en çok görünenleri şunlardır: ölünün gözleri kapatılır, çenesi bağlanır, başı kıble yönüne çevrilir, ayakları yanyana getirilir, üzerindekiler çıkartılır, ölünün karnına bıçak veya demir eşya konur. Son olarak ölünün odası temizlenir ve onun başucunda Kur’an okunur. Gömmek için gereken adetler de uygulanır. Bunlar: yıkama, defnetme ve cenaze namazıdır.

 2.             Ölüm sonrası adetleri: İslam dinine göre, cenaze namazı kılınır. Cenaze namazı kılındıktan sonra tabut cemaat tarafından mezarlığa götürülür. O genellikle tabutsuz olarak mezara gömülür. Ölünün kimliği ve cinsi mezar taşlarına yazılır.

Ölümden sonra en önem verilen ve dikkat edilen bir gelenek yas tutmaktır. Yas, birinin kaybıyla duyulan acı ve üzüntüyü ifade eder. Genellikle, yas kırk gün tutulur. Ölünün yakınları ve akrabaları başlarına başörtüsü bağlarlar. Yas tutma amacı ise acı çeken kişiyi belirli bir süre yeni duruma alıştırma, acısını azaltma ve yavaş yavş bu durumdan çıkmasına yöneliktir.

Cenaze kaldırıldıktan sonra diğer bir gelenek ölü yemeğidir. Bu ölümle ilgili adet ve inanmaların önemli bir bölümünü oluşturur. Mezarlıktan dönmüş kişilere, ölüme katılanlara, uzak yerlerden gelenlere yemek verilir. Bunlar ulkım (lokma), elwa (helva), şerbet veya yemek de olabilir. Ölünün yemekle törenle ve yemekle anıldığı belirli günler ölünün kırkıncı, elliikinci günü ve yıldönümüdür. Seyrek olarak üçüncü ve yedinci günler de ölü için Mevlit ve Kur’an okutularak, yemek yedirilir.

Mezar taşlarının da ayrı bir tarihi vardır. Yaşlıların taşlarında kişilikler, gençlerin de dünyaya doymadığının özlemi vardır. Kimisi ecelinden, kimisi umulmadık bir olaydan göçüp gitmiştir. Bu mezar taşlarını okuyanlara gözyaşı, derin bir düşünce uyandırır. Taşlarda dilekler, istekler de vardır. Demek ki, mezar taşları tarih yaprakları, geçmişten gelen bir edebiyat sayfalarıdır. Tarihin unutulmuş sayfaları bile vardır bu mezar taşlarında.

HAZIRLAYANLAR:

NEDRET MAHMUT – ENVER MAHMUT – ERVİN İBRAHİM